2 Ekim 2017 Pazartesi

MASONLAR II

Masonluk II

Kurtlar Vadisi'ni izledikten sonra gençlerinin yüzde sekseninin takım elbise kültürünü benimsemiş olduğu ülkeden hepinize merhaba...

Umarım iyisinizdir beyler ? 

Şayet öyle olmalısınız.


Bazı bilgiler hakkında beni uyaran arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Herkes hata yapabilir.
Burada g*tümü yırta yırta size söylediğim şey de bu işte : Aksi ispat edilmediği sürece hiçbir bilgiye yüzde yüz inanmayın gençler !

Araştırın, sorgulayın ve sentezinizi ortaya çıkarın.

Ben size burada bildiklerimi anlatmakla yükümlüyüm.

Ha inanırsın inanmazsın, o ayrı
Hata yapabilir miyim ? 
Evet.
Yanlış bilgi aktarma olasılığım var mı ?
Evet.
Bunları öğrenmek için sabahlara kadar araştırma yaptım mı ?
Evet.

Gerisi size kalmış gençler...
Burda bir kişi bile benim sayemde ufak bir bilgi öğreniyorsa o bana yeter.
Beni teselli eden tek şey bu çünkü.
Aksi halde sağ üst köşedeki çarpı işaretine basıp usulca gitmemeniz için hiçbir neden yok.

Neyse yine postacı hüsrev moduna girmeden konuya girelim.


En son derste ne anlatmıştık çocuklar ?

Sen sen...sen arka sıradaki kalk bakalım.
''Ne anlattık oğlum?''
''Mentalite hocam''
''Vay be. Kaç yüzyıl geriden geliyorsun sen oğlum. Git bir hava al gel.''

Masonlar 1 isimli yazımızda bunları ufak olarak ele almıştık ve çıkış noktalarını söylemiştik arkadaşlar.


Tapınakçılar ve masonlar artık iç içe yaşamaya ve birbirlerini her yönden etkilemeye başlamışlardı.

Ve tapınakçılar birer duvarcı (mason) olarak yıllarca eğitim görmüşlerdir.
Yani senin şu an avrupada maymun ağzını sarartarak şaşkınlıkla baktığın o sivri uçlu şatolar ve gotik mimari tamamen onların ürünüdür yavrucuğum.
Kaptın mı inceyi ?

Tapınakçılar zaman içinde masonlara dönüştüler, masonlarda tapınakçılara... 

Mason locaları, tarikatın yeni merkeziydi artık. Bu nedenle localar tarikatın çıkış noktası olan Süleyman Mabedi'ne benzeterek tasarlandı.




Bu arada ufak bir ayrıntıyı atlamayalım : Tampliye - Tapınakçı aynı şeyi ifade eder.

Başka bir yerde görürsen ''Vay aq bu tampliyeler de yeni çıktı her halde'' deme.

Bu tarihsel birliktelik bu şekilde başladı işte gençler.

Yani MASONLAR, TAPINAKÇILARIN MİRASÇISIDIR dersek taşı gediğine koymuş oluruz.
Aynı teşkilat değildiler elbette ama FELSEFELERİ aynıydı.

Şimdi sevgili mason arkadaşlarımızın kulllandığı sembollere bir göz atalım  ve anlamlarına bakalım :




Horus'un gözü (Horus, Eski Mısır mitolojisinde gök (Güneş) tanrısıdır.) - Deccal'in simgesi


Piramit : Yine masonlarn eski mısırdan aldıkları en önemli sembollerdendir ve çokça kullanırlar. (bkz. Abd doları)


Jakin ve Boaz Sütunları :
Bu sütunlar Hz. Süleyman'ın kendi tapınağının girişine (Süleyman Mabedi) diktirdiği iki sütunun adıdır.
Tevrat'ın 1. Krallar, 7. babında geçen sütunlar da şöyle anlatılır: "İki tunç direği yaptı. Ve direkleri mabedin eyvanına dikti ve onun adını Jakin koydu ve sol direği dikti ve adını Boaz koydu." 
Yani girdiğiniz her mason locasının girişinde bu iki sütunu görürsün.


Yedi kollu şamdan : Üzerinde yanyana ve aynı düzeyde olmak üzere yedi mumluk bulunan şamdan masonların simgelerinden biridir. Ve geleneksel olarak altından yapılan bir şamdandır. Yedi Kollu Şamdan, mason mabedindeki kutsal ateşi sembolize eder. Masonluktaki önemi kendi kaynaklarında şöyle anlatılır: "Mabed, sembolik olarak alevlerle aydınlatılmalıdır. Usta derecesinde yedi kollu şamdan bulunması şarttır." Yedi kollu şamdan, aynı zamanda, 1948'de kurulan İsrail'in devlet amblemidir.


Altı Köşeli Yıldız : Tarihe Mühr-ü Süleyman (Süleyman'ın Mührü) olarak geçen "Altı Köşeli Yıldız" Aynı sembol masonlarca da yüzyıllardır kullanılır. Masonlukta altı köşeli yıldız, locada görevlilerin dizilişini simgeler. (Davud Yıldızı Olarak da geçer)
Fakat ben masonlar için çok daha derin bir anlamı olduğuna inanıyorum.

           Gönye ve Pergel : En bilinen sembollerden biri budur. Onlara sorduğumuzda bu sembol akılcılık ve bilimi anlatır fakat gerçek farklıdır.
Bu sembol Hiram Usta'dan gelir. (İlk yazıda anlatmıştım)
Bildiğiniz gibi inşaatla ilgili gizli bilimi ve geometriyi biliyordu.
Masonlar kendilerine Hiram Usta'yı örnek aldığı için bir inşaat aracı ve ölçüm aracı olan gönye ve pergel sembolünü kullanırlar.
Ancak ortadaki ''G'' harfini bende henüz bulamadım tahminim 'Goat' yani 'Keçi'.
(Herhalde keçi ne? Diye sormassın!?)

Bunlar en bilinen sembolleridir gençler.
Tabi bunların yanında üç sütun, yıldız, güneş, ay, kartal, yılan, akasya ve çelenk gibi birsürü semboller var ancak onlar kafanızı daha da karıştıracaktır.
Çünkü masonluk yahudi kaynaklı bir akımdır.
Birçok amblem ve sembol yahudi ve kabbala kaynaklıdır...

Kafanız karışmasın diye değişik kaynaklardan da yararlanarak size bu kahpeleri olabildiğince sade anlatmaya çalıştım.

Sembolizm, Masonlar için çok büyük önem taşır. Semboller kanalıyla açıkça ifade edilmesi mümkün olmayan pek çok mesaj, gizli bir şekilde anlatılır. Bu bir bakıma, yasadışı örgüt mensuplarının kendi aralarında haberleşmek için geliştirdikleri şifre sistemine benzer. Mason olmayanların farkına dahi varmadığı bir simge, Masonlar için değişik anlamlar taşır. Çünkü masonların gizledikleri esrarengiz dünyanın sırlarını kendi yayınlarındaki satır aralarından yakalamak mümkün...

Sembolizmin kendileri için taşıdığı büyük anlamı Masonlar şöyle dile getirirler:

"Masonlukta semboller, masonik ilkeleri daha iyi anlatmak, ritüellerin içerdiği aşılamaları ve öğütleri belleklere iyice yerleştirmek, bunların uzun ömürlü olmalarını sağlamak için kullanılırlar. Masonlukta sır olarak nitelendirilen şeylerin başında masonik işaretler, sözcükler ve simgelere verilen anlamlar gelir."
(Sözlük, Büyük Mason Mahfili Yayınları, s. 158.)

Semboller, Masonluğun gerçek yüzünü gizlemesine olanak sağlar. Bu sayede, yukarıdaki alıntıda da belirtildiği gibi, yeni Masonlar, Masonik eğitim ve telkinler doğrultusunda yetiştirilirler. Masonların ilk aşamalarda bu sistemin gözü kapalı üyeleri olmaları ve ilerideki yıllarda da faal temsilcileri olmalarında, sembolizmin payı büyüktür.

Masonlukta Derece sistemi nasıl peki, emir komuta falan ?
Masonlar, Kabala mistisizminden kaynaklanan 33 basamaklı bir derece sistemi uygularlar. Her derecenin kendine has sırları vardır. Mason, her yeni derecede yeni sırlar, yeni "hikmetler" öğrenir. Dini inançların yavaş yavaş yok edilmesi derece sisteminin en önemli fonksiyonudur.

Nasıl üye olurlar lan buraya ?
TEKRİS adı verilen törenle üye olurlar gençler.
Burda bu töreni uzun uzun anlatıp kafanızı bulandırmıyacağım.

Şu iki video'ya göz atmanız yeter.

Zaten buraya kadar okuduysanız bu iki videoyu da izlemeniz şart.
Tekris ve Şeytana Tapma ayinlerine kendi gözlerinizle tanık olacaksınız.

Masonlar Tekris 1

Masonlar Tekris 2

♦♦♦


Bir sonraki yazıda günümüz masonluğunu,

Destekçilerini,
Nerede var olduklarını ve projelerini anlatacağım...
Kafanızı karıştırdığımı biliyorum.
Ancak düşmanlarınızla yüzleşmelisiniz...
Selam ve dua ile...

1 Ekim 2017 Pazar

MASONLAR I

Masonluk I

İyi geceler atletli mafya babaları...

İşler nasıl ? 
Yolunda mı ?

Neyse. Kısa bir yazı olacak lan merak etmeyin.
Masonluğu'da 3 bölümde anlatacağım. Şuan 1. bölüm'ü anlatacağım. İlerleyen zamanlarda da diğer iki bölümü.

Öncelikle bu yazıları anlamak istiyorsanız ''TAPINAK ŞÖVALYELERİ'' serisini mutlaka okumalısınız beyler.
Aksi halde kafanız karışacaktır.
Çünkü bu ''Mason'' denilen adamlar onların mirasçısı konumundadır.
O yüzden mutlaka okuyun ''Tapınak Şövalyeleri'' ondan sonra buraya gelin.
Hadi okumayanlar gitsin şimdi.
Diğerleri benimle gelsin...

Mason kelimesinin anlamı ''Duvarcı''dır gençler.
Masonluk, Süleyman mabedinde çalıştığı iddia edilen duvarcı (inşaat) ustası ''HİRAM USTA'' yı örnek alır.

Kimdir bu hiram usta ?
Süleyman tapınağının baş mimarıdır.Hz. Süleyman onu bizzat seçmiştir. Duvarcılıkla ilgili gizli ilimleri bilir. Yaklaşık 40.000 duvar işçisi (mason) ile tapınağı inşa etmişlerdir.
(Süleyman Tapınağı konusunu ilerde ayrıntılı olarak anlatacağım)


Neyse konuyu çok dağıtmadan geri dönelim.

Masonluk nasıl ortaya çıktı ?

Bildiğiniz gibi avrupada papadan ve krallardan kaçan tapınak şövalyeleri en fazla iskoçyaya kaçmışlardı.
Çünkü o dönemde katolik kilisesinin tanımayan tek ülke ''İSKOÇYA'' idi.

Bizim bu şeytana tapan p*çler İskoçya'daki Duvarcı (Mason) localarına sızmaya başladılar.
Londra'ya kaçanlar da oradaki Duvarcı localarına sızmaya başladı.
Yani bütün avrupada nerde duvarcı locası varsa oraya sızmaya başladılar.
Ancak İskoçya başı çekiyordu.

Kısaca Tapınakçılar artık yeni inlerini belirlediler.
Duvarcı ''Mason'' localarına sızarak varlıklarını devam ettireceklerdi.
Çünkü papa bunları yakalarsa derilerini yüzüp vatikan arşivine anı olarak süs yapacaktı.
Böylelikle ortaya yeni bir etkileşim çıktı : Tapınakçı-Mason

Masonluk o döneme kadar tehlikesiz bir örgüt konumundaydı.
İçlerine Tapınakçılar girdikten sonra g*tü kaybettiler tabiki.
Operatif Masonluktan Geleneksel (Spekülatif) Masonluğa geçiş işte böyle başladı.
Tapınakçılar kendi düşüncelerini onlara aşılamaya ve yönetimi ele almaya başladılar.


♦♦♦

Bu kadar yeter beyler.
İlerleyen bölümlerde duvarcı localarının nasıl birer tapınakçı yuvası haline geldiğini,
İkisinin artık harmanlandığını,
Masonik sembollerin neler olduğunu,
Bu sembollerin anlamlarını anlatacağım.
Dolayısıyla biraz daha uzun bir yazı olacak.

Sevgiyle kalın.

30 Eylül 2017 Cumartesi

VATİKAN'IN KORKUSU

Barnabas İncili, Susurluk Kazası ve Muhsin Yazıcıoğlu Suikasti

Selamun Aleyküm beyler...

Nasılsınız?
Benim nasıl olduğumu sormayın bende sizin gibi hep ''iyiyim'' yalanını söylüyorum.

Umarım geçen zaman içinde az da olsa araştırmalar yapıp bu konularda bilgi sahibi olmuşsunuzdur. (ki buna zerre kadar inanmıyorum. Asalak gibi yaşıyoruz...)



Neyse beyler bugün anlatacağım konu hakkında binlerce kere haber yapılmış ama aslında hiçkimsenin gerçekten bilgi sahibi olmadığı bir konu...

BARNABAS İNCİLİ... 



Kemerlerinizi bağlayın...

Şimdi bazı dallamalar ortaya atlayarak ''Eee biz müslümanız ne işimiz var incille falan'' diyerek şom ağızlarını açabilirler.


Bi sakin ol yavrum. Git bir soda falan iç. Bi kendine gel...Senin işin olmayabilir ama bu konu dünyanın kaderini değiştirebilecek bir konu.
Gerçi senin dünya bile umrunda değil ama oraya hiç girmeyelim...(eminim bu arkadaşın müslümanlıkla ilgili yüzeysel bilgilerden başka bir b*k bildiği yoktur)

Neyse meraklı öğrencilerim dikkatini bana versin...

İlk önce bu barnabas incili nedir ona bakalım gençler :


Barnaba'nın asıl adı Yusuf'tur ve kıbrıslı bir yahudi ailesinin oğludur.
Kendisi Hz. İsa'yı bizzat görmüş ve öğrencisi olmuştur.

Yalnız burada ufak bir düzeltme yapmak istiyorum. ''BARNABAS İNCİLİ'' tabiri bu yazının başlığı olmasına rağmen yanlış bir tabirdir.

Peki neden ?

Kitapta, Barnaba'nın Hz. İsa'dan duyduklarını, onunla yaşadıklarını ve hakkında diğer şeyleri anlatır.
Fakat Kur'an'da ''Biz İsa'ya İncil'i indirdik'' der.
Yani Hz. İsa'ya indirilmiş olan İncil, direk vahiy yoluyla Allah katından inmiştir.
Barnaba ise, Hz. İsa'nın göğe çekilmesinden sonra bu mesajı sürdürmek için yollara düşmüş ve birçok nüsha halinde Hz. İsa'nın mesajını ve onun hayatını anlatmaya çalışmıştır.
Barnaba'nın Hz. İsa'nın sadık bir öğrencisi olduğuna dair su götürmez deliller vardır. Kendisi Hz. İsa'nın ashabıdır. Ve ondan öğrendiklerini, değiştirmeden yaymaya çalışmıştır.
''Ben Barnaba, Allah'ın elçisi İsa'dan öğrendiklerimi ve ona vahyolunan Allah kelamını yazıyorum'' diyerek başlar hatta.


Yani bu kitabın incil olması için yalnızca Allah'ın kelamını barındırması gerekir.
Fakat barnaba bu kitapta hem Hz. İsa'ya inen Allah kelamını hemde onun hayatını ve mesajını anlatmıştır.

Ayıktınız mı beyler ?

Devam edelim...



1981 yılında Şırnak'ın Uludere ilçesinde, köylüler avlanırken bir mağara keşfederler ve mağaranın içerisinde bir lahit ve bir de kitap bulurlar. Jandarmaya haber verilir ve jandarma da kitaba el koyar. Jandarmadan da ''Özel Harp Dairesi''nin eline geçer ve bulan köylüleri sessiz durmaları için kaçakçılıktan tutuklarlar.

Burda ilginç olan nokta olaya Özel Harp Dairesi'nin müdahil olmasıdır.
Hakkında ufak bir araştırma yaparsanız ne kadar ÖZEL bir kurum olduğunu anlarsınız.
Neyse konumuz şu an bu değil.
Devam edelim...

Bulunan Kitap, Hz. İsa'nın konuştuğu dil olan Aramca yazılmıştır ve genelkurmay bunu tercüme ettirmek için Prof. Dr. Hamza Pektaş'a getirir.
Kendisi bu ölü dili bilen dünyadaki sayılı insanlardan biridir.
Genelkurmaydan gelen askerler ve paşalar eşliğinde, sayfa sayfa tercüme etmeye başlar.

Buraya kadar olan kısım, işin içine koskoca genelkurmayın ve hatta özel harp dairesinin girmesi bu olayın aslında basit bir İncil bulunmasından çok daha büyük olduğunun kanıtı.

Zira bir düşünsenize, genelkurmayın hele hele özel harp dairesi gibi bir kurumun bir İncil ile ne alakası olabilir lan ?

Devam edelim...

Hamza Pektaş, sayfaları tercüme ederken şu yazıyı görür ; ''Bu kitabı 4 nüsha halinde yazıyorum.''

Bunun üzerine diğer üç nüshanın peşine düşülür ve iki tanesini bulunur.

Bunlardan biri İsrail'dedir. Bir Alman firmasının sponsorluğunda konuyu İsrail cumhurbaşkanı İsak Rabin'in torunu Victoria Rabin'e ulaştırır ve Victoria Rabin'in girişimleri sayesinde bu nüsha bulunur.




Bilin bakalım sonra ne olur ?

Vicrtoria Rabin bu kitabı bulup okuduktan sonra MÜSLÜMAN olur...


Tevrat ve Zebur'a da ulaşabileceğini düşünerek kazı çalışmalarına devam eder...

Ve tam bu sırada bir Etiyopya'lı tarafından ÖLDÜRÜLÜR. ( ? ) [ Etiyopyalıyı bir düşünün isterseniz]

İsrail devleti nüshaya el koyar ve Vatikan'la pazarlık yapmaya başlar. Vatikan, bu nüshayı incelemek üzere kardinal Mario'yu gönderir.
Bir süre sonra o da şüpheli şekilde ölü bulunur. ( ? )


İşin bu noktadan sonrasında yine genelkurmay ve özel harp dairesini göreceğiz işte.
İlginç olaylar silsilesi başlıyor...


1996 yılında bir grup JİTEM askeri, Kıbrıs'ta bulunan Aziz Barnabas mezarlığını soyuyor. Ve bu olaya gazeteci Kutlu Adalı şahit oluyor. Adalı olayın üzerine gidip, askerlerin kim olduklarını ve orada ne aradıklarını öğrenince bu işin derinine inmek istiyor.


Fakat bu mezar soygunundan yalnızca 4 ay sonra, Uzi marka otomatik silahla öldürülüyor.

Adalı'nın eşi, bu olayda karartma yapıldığı gerekçesiyle Türkiye mahkemelerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikayet ediyor ve Türkiye haksız bulunup, 95 bin Euro para cezasına çarptırılıyor.



Dipnot : Kutlu Adalının ölümünden yalnızca 4 ay sonra Abdullah Çatlı'nın ölümünün gerçekleştiği ''Susurluk Kazası'' meydana geliyor.



Kutlu Adalı'nın ölümünden sonra Abdullah Çatlı kıbrıs'a geliyor ve Barnabas İncilini JİTEM'den devralıyor.

Neden Abdullah Çatlı ?

Çünkü Abdullah Çatlı devletin her Türlü işini yapan profösyönel bir Ajan'dır.

Başını Veli KÜÇÜK ve ekibinin çektiği Barnabas Operasyonlarını yürüten derin yapılanmanın o zamanki en güvendiği isimlerden biri Abdullah ÇATLI'dır.

Derin yapı, barnabas incilinin Yunanistan'a satılmasına karar veriyor ve Kuşadası'na gidip Yunan yetkililerle pazarlık yapılması görevini bizzat Abdullah Çatlı'ya veriyor.

Abdullah Çatlı Kıbrıs'tan yola çıkıp Kuşadası'nda pazarlık yaptıktan sonra (Sadece Pazarlık yapılıyor, İncil satılmıyor) İstanbul'a dönüş yolunda Balıkesir'in Susurluk İlçesinde kaza yapıyor.

( Muhtemelen Veli Küçük ve ekibiyle ters düşüyor ve Derin yapı çatlının infazına henüz yolda karar veriyor.

İki ihtimal gerçeğe en yakındır:

Birincisi Çatlı ve ekibine pazarlık için tesis edilen aracın uzaktan kontrol sistemiyle frenleri boşaltılıp kaza yapması sağlanmıştır.

İkinci ihtimal ki bana göre doğru olan budur, yine uzaktan kontrol mekanizmasıyla aracın hızı saatte 200 km'ye çıkarılarak 20 RC 721 plakalı kamyona arkadan çarpmasıdır.Aşırı hızlı gittikleri ve Sedat Bucak’ın Hüseyin Kocadağ’ı bir kaç kez ikaz ettiği hayatta kalan tek tanık olan Sedat Bucak’ın ifadelerinde var. Kazanın sebebinin aşırı hız olduğu belli. )



Susurluk kazası...

Ve kazadan sonra herkesin konuştuğu bir olay vardı : KAYIP ÇANTA ...
Susurluk olayından ilk haberdar olan kişinin Veli Küçük olduğu, ve Çatlı'nın olaydan önce konuştuğu son kişinin yine Küçük olduğu artık resmiyet kazanmış durumda.

Haberlerde şu ayrıntı çok dikkat çekicidir ; ''çantayı alın...''



Yani çanta Veli Küçük'ün adamları tarafından kazanın hemen sonrasında alınıyor ve Veli Küçük'e iletiliyor.

Ayrıca Hamza Pektaş ''2009 yılına kadar bu işle genelkurmay ilgilendi ve nüshalar onların kozmik odalarındaydı'' diyor. Yani Susurluk olayında bir kayıp çanta var, bu çantada ne olduğuna dair kimsenin bir malumatı yok, medya da ''kaçak silahlar olabilir'' diye haber yapıyor. Fakat bu olaydan sonra genelkurmay bir nüshaya daha sahip oluyor.

Tabi ilginç olaylar bununla sınırlı değil...
Derin yapı başından beri planladığı gibi nüshayı Yunanistan'a satıyor. Yunanistan da bunu tercüme ettirmek için kimi buluyor bilin bakalım.. ; Hamza Pektaş.

Peki bu görüşmeye kim aracı oluyor sizce?
Veli Küçük'ün yaveri Adem Taşdemir...


Tüm bunlar yaşanırken, Hamza Pektaş bir gün hastanededir ve ziyaretine bir ülkenin büyükelçisi gelir. Pektaş'a der ki ; ''Bu gördüğün tüm kimlik belgelerin. Bunları yırtarsam artık varlığına dair hiçbir belge kalmaz.''

Bunun üzerine Hamza Pektaş soyadını değiştirir ve Hocagil yapar. Hayatının geri kalanını da, bugün bile gizlenerek geçirir.


Katıldığı, Ülke Tv'deki Sıradışı programında ;

''Bana 1999-2000 yıllarında bir nüsha getirildi ve tercüme etmem istendi. Tercümeyi yaptıktan sonra bana verileceklerini söyledikleri parayı isteyince, soyadı Taşdemir olan kişi ''Öyle demiştik ama, artık öyle değil. Bu işin başında Veli Küçük var, sakın paranın lafını etme'' dedi. Ben de Malatya'ya gittim, bilgisayardan aldığım çıktısını bahçeye gömdüm'' diyor.

Fakat tabi olaylar bununla sınırlı kalmıyor.
22 Mart 2009 tarihinde Muhsin Yazıcıoğlu, bir oyuncu ve iki dostuyla bir araya gelir ve ''Barnabas İncili'ni sinema filmi yapıyoruz'' der. Bunun için gerekli tüm para ve imkanların hazırladığını söyler. Elinde Barnabas İncili'nin bir fotokopisi vardır ve konuşmayı şöyle bitirir ''dikkat edin, bu İncili gören fazla yaşamıyor.''


Şimdi durun bir düşünün bakalım. Elinizde bir belge var ve bu belge bütün Hristiyanlık Alemini bitirebilecek bir belge. Bunu dünyaya yaymak için en önemli reklam aracı ne olabilir ? Tabiki onun filmini yapmak ! Dolayısıyla Muhsin Yazıcıoğlu gayet doğru bir amacın peşinde...

Ve üç gün sonra, 25 Mart 2009'da suikaste kurban gitti.

Tıpkı Susurluk'ta olduğu gibi, oraya gelen askerler ''bir şeyler alıp'' öyle gittiler.

Bu proje Muhsin Yazıcıoğlu'nun uzun zamandır aklındaymış anladığımız kadarıyla. Hatta bu projeyi Nakşibendi Şeyhi Esad Coşan ile de konuşurmuş. Bu konu hakkında şöyle bir röportajı var Yazıcıoğlu'nun ;

''Esad Hoca da bu konuyu çok araştırırdı. Bu konunun açıklığa kavuşmasını çok istiyordu ama ''ömrü vefa etmedi.'


Türkiye bu olaylarla kaynarken birden bire garip bir şey daha oluyor ve basında ''1500 yıllık Barnabas İncili bulundu'' diye haberler çıkmaya başlıyor.


Yani çarpıtma yapılıyor doğal olarak...

Burada dikkat edilmesi gereken şey şu ; ''1500 yıllık''
Yani İznik Konsülünden 200 yıl sonra, Hzç İsa'dan da 500 yıl sonrasının tarihi.
Fakat nasıl olur?
325 yılındaki İznik Konsülünde Barnabas İncili, halktan gizlenmesi gereken kitaplar arasında yer almıştı ?

Prof. Dr. Hamza Hocagil bu haberi alıyor ve şöyle diyor ; ''Aramca eski bir dil. 1500 yıllık bir İncil keçi derisinden bir kağıda sülyan boya ile yazılmaz. Haç, arkasına konulmaz. Arkasına ışık yansıtması yapılmaz. Noktalama işaretleri var Süryanca'nın. O harflere bakılarak yazılmış. Barnabas İncili böyle bir şey değil. Bu, uyduruk bir ham deriye yazılmış ve Süryanice intiba versin diye birisine yazdırılmış bir metin. ''
Yani bir hedef şaşırtma yapıldığı çok aşikar. Bulunan 2000 yıllık İncil bir dizi suikast, hedef şaşırtma ve karartma yoluyla örtbas ediliyor ve yerine 1500 yıllık olduğu söylenen bir başka İncil çıkıveriyor.
Tabi bu olayı en önemli nokta kılan şey şu, Uludere'de bulunan Barnabas İncili'nde ''Tevhid inancı ve Hz. Muhammed'in geliş müjdesi'' var !



Barnabas İncili'nde ;

Hz. İsa, tanrının oğlu değil, bir peygamber.
Tevhid yani Allah'ın birliği anlatılıyor.
Kendisinden sonra gelecek olan peygamberden çokça bahsediyor.
Ve Hz. İsa çarmıha gerilmiyor.

Hocagil'in tercüme ettiği sayfalardan bir örnek şöyle ;

''Ben Kıbrıslı Barnabius. Tesbihe layık alemlerin Rabbi'nden bir bütün olarak Ruhül Kudüs'le Meşaha'ya vahyolunanı tıpkı İsa'dan duyduğum gibi, sadakatle 48 gök yılları sonunda, dördüncü nüsha olarak aynen yazıyorum ; '' Bu İncil'de bir de şöyle bir ayet vardı ; Senden sonra bir peygamber gelecek, ona tabi olanlar, dolgun başaklar gibi olacaklar.''
İşte bu ayetle Fetih Suresi arasında bir bağlantı var.

Fetih Suresi 29. ayette aynen şöyle deniyor, Hz. Muhammed'e s.a.v tabi olanların vasıfları şöyle anlatılıyor ;

''Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu, ekicilerin de hoşuna gider.''


Hedef şaşırtmak için ortaya atılan ve sözüm ona 1500 yıllık olan İncil'de ise şuanki İncillerden farklı bir şey yok. Dahası üzerinde haç var ve İsa'nın çarmıha gerilişinden bahsediliyor. Bu, Vatikan'ın arşivlerinde saklı bulunan eski İncillerden biridir muhtemelen, kendi icatları yani.
Barnabas İncili'nin orjinal nüshaları, bildiğimiz kadarıyla şuan hala gizli tutulmakta. Dünyanın en büyük şirketlerinden biri olan Vatikan, elbette şirketlerinin ellerinin arasından kayıp gitmesine seyirci olamayacaktır. Ayrıca, tamamen Hristiyan olan batı nüfusunun, bu İncili okuyup İslam'a geçtiğini ve tüm batının Müslüman olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Bu, elbette önüne geçilmesi gereken bir durumdur batı için.

Bu İncil'in bu kadar zaman sonra ortaya çıkması, çok açık bir kıyamet alametidir. Zira Hristiyanlık artık son evrelerindedir.

'Hristiyanlık' konusunu ilerde işliyeceğim.

Allah'a emanet olun...


- Bu yazıda anlatılan HERŞEY, TAMAMEN hayal ürünüdür. Veya değildir..

29 Eylül 2017 Cuma

TAPINAKÇILAR III

Tapınak Şövalyeleri III

Hepinize merhaba at hırsızları.
Durumlar nasıl ?

Dolmuşta kestiğiniz hatun yine sizi takmadı değil mi ?
Biliyorum.
Yine ruh haliniz standart değil mi ?
Biliyorum.
Umrumda da değil aslında. 
Biliyorum pek merak etmiyorsunuz araştırmayacksınız okuyup okutmayacaksınız ama yine de ben yazının son bölümünü hemen paylaşmak istedim.


Şimdi beni dinleyin.

Konuya girelim.

Hatırladığınız gibi tapınakçıları üç ana başlığa ayırmıştık gençler.
İşte şimdi üçüncü ve son başlığı anlatacağım.
Yani Avrupada bunların yokoluş dönemi ve korkudan gö*lerini yeraltına gizleme dönemlerini anlatacağım.

♦♦♦

Öncelikle kısaca özet geçelim.
Bu p*çler Kudüs'te kurulmuştu.
Hristiyanlık adına savaşan şövalyelerdi.
Kudüs'e avrupadan gelen hacıların canlarını ve mallarını koruyorlardı.
Sonra amaçlarından uzaklaştılar.
Hristiyanlıktan...
Hz. Süleyman'nın hazinesini aramaya başladılar.
Ve buldular.
Fakat daha önemli birşey buldular.
''Kabbala'' yani eski mısırdan süregelen kara büyülerin kitapları.
Bu noktadan sonra şeytana tapmaya başladılar.
Artık zengin oldukları için avrupada herkes onlara katıldı.
Papa bile onları tanıdı.
Çok güçlendiler.
Fakat artık hristiyanlıktan tamamen uzaklaşmış hatta gizliden gizliye Hz. İsa ile alay eden din dışı bir örgüt olmuşlardı.
Sonra halk bunların kötülüklerini duymaya başladı...

♦♦♦


Şimdi ise sonlarının gelme ve yeraltına gizlenme dönemlerini size olabildiğince açık anlatmaya çalışacağım gençler.
Şu sosyal medya sitelerini bi kapatın önce.

Tapınakçıların gizli törenler için özel şatolarında yaşadıkları hem halkın, hem kilisenin, hemde krallığın merakına sebep olmuştur.


Papalık, kendi özel izniyle hareket eden ancak üzerinde hiçbir kontrol kurulamayan tapınakçıların din dışı hayat yaşadıklarından artık emin olmuştur.
Halk arasında söylentiler o kadar yayılmıştır ki...Bırakında emin olsun yani.

Şatoda düzenlenen gizli törenler, şeytana tapma ayinleri, ahlak dışı ilişkiler halkın diline düşmüştür artık.

Ve papalık da zor duruma düşmüştür.
Çünkü zamanında tapınakçılara imtiyaz veren onlardır.
Ve papalık düşünmeye başlar...
Aksi halde Hristiyanlık, dolayısıyla vatikan büyük zarar görecektir.
Bu durumu en az zararla atlatmanın yollarını ararlar...

Fransa'da da halkın tepkisi artmıştır.
Fransa kralı da bu durumu bastırmak zorundadır.
Ve kral, ani bir kararla bir kanun çıkararak BÜTÜN TAPINAKÇILARI TUTUKLATMIŞTIR.



Mahkemede bu p*çlere yöneltilen suçlamalar şunlardır:

* Tarikata girişte adayların Hz. İsa'yı, Allah'ı ve diğer kutsal şeyleri inkar etmesi istenmektedir.

* Tarikat üyeleri tören sırasında haça tükürmek, idrarını yapmak gibi eylemlere başvurmuşlardır.

* Tarikatçılar başı ve ayakları keçi görünümlü, gövdesi insan ve kanatları olan ''BAFOMET'' isimli şeytana (iblis) tapmaktadırlar.

(Bafomet, kara büyüde kötülüklerin kaynağı ve yaratıcısıydı, sabbath cadılarının satanik keçisiydi)


* Tarikatçılar homoseksüelliği teşvik etmekte ve uygulamaktadırlar.

* Tarikat üyeleri bütün sapkın törenlerini gizlice yapmaktadırlar.

* Kilisenin neredeyse bütün kurallarını çiğnemişlerdir.




Fransada'ki bütün bu itiraflar ve gerçekler sonucunda bu ib*nelerin çoğu hapse mahkum edilmiş geri kalanları yeraltına gizlenmiştir.

Bütün bu suçlamalar sonucunda Papa, 72 tane tapınakçıyı bizzat kendi huzurunda sorgulamıştır.
Bu sorguda doğruyu söylemek için yemin eden tapınakçılar her b*ku itiraf etmişlerdir.
Ve papa reis bunların büyük üstadlarını haçın üstüne yatırıp yaktırarak idam ettirmiştir.
Gizlenmeye çalışan tapınakçılar takip edilmişsede ancak pek azı yakalanabilmiştir.

Fransanın yanında İtalya, Almanya, İngiltere gibi ülkelerde de tapınakçılar yakalanıp sorgulanmıştır.

Sonuç olarak 1312'de Viyana Konsülünün kararıyla TAPINAKÇILIK BÜTÜN AVRUPADA YASAKLANMIŞ, YAKALANAN ÜYELERİ CEZALANDIRILMIŞTIR.


Kaçarak gizlenen tapınakçılar faaliyetlerine devam etmişlerdir.
Bir bölümü ''İSVİÇRE''ye kaçmıştır.
Çünkü İsviçre'nin kuruluşu tapınakçıların zulme uğradığı ana denk geliyordu.
Ve jeopolitik coğrafyası nedeniyle kaçılması daha kolaydı.
Orayı bir merkez edindiler.


Bu amiplerin En fazla kaçtıkları ülke ise ''İSKOÇYA'' olmuştur.



Neden iskoçya diyeceksiniz şimdi.
Az sabredin.

Çünkü o dönemde avrupada Kilise'yi tanımayan yani takmayan tek ülke İSKOÇYA idi.

♦♦♦

Ve tapınakçıların bilinen tarihi bitmiştir gençler.
Daha sonra bu p*çler ''İskoçya''daki duvarcı (Mason) localarına sızarak faaliyetlerini orada devam ettireceklerdir.

YANİ ''MASONLUK'' ADI ALTINDA YENİDEN TARİH SAHNESİNE ÇIKACAKLARDIR.

Sıradaki konu tahmin ettiğiniz gibi ''MASONLUK'' olacaktır.
Yarın başlayacağım.
Şimdi sosyal medyanızda gezmeye devam edebilirsiniz.
Başarılar

RUSYANIN SURIYE POLİTİKASI

Son zamanlarda Putin'in Suriye müdahalesini bütün dünya olarak hayret ve sabırla takip ediyoruz. Hatırlarsanız Putin, 2005'te yaptığ...