Barnabas İncili, Susurluk Kazası ve Muhsin Yazıcıoğlu Suikasti
Selamun Aleyküm beyler...
Nasılsınız?
Benim nasıl olduğumu sormayın bende sizin gibi hep ''iyiyim'' yalanını söylüyorum.
Umarım geçen zaman içinde az da olsa araştırmalar yapıp bu konularda bilgi sahibi olmuşsunuzdur. (ki buna zerre kadar inanmıyorum. Asalak gibi yaşıyoruz...)
Neyse beyler bugün anlatacağım konu hakkında binlerce kere haber yapılmış ama aslında hiçkimsenin gerçekten bilgi sahibi olmadığı bir konu...
BARNABAS İNCİLİ...
Kemerlerinizi bağlayın...
Şimdi bazı dallamalar ortaya atlayarak ''Eee biz müslümanız ne işimiz var incille falan'' diyerek şom ağızlarını açabilirler.
Bi sakin ol yavrum. Git bir soda falan iç. Bi kendine gel...Senin işin olmayabilir ama bu konu dünyanın kaderini değiştirebilecek bir konu.
Gerçi senin dünya bile umrunda değil ama oraya hiç girmeyelim...(eminim bu arkadaşın müslümanlıkla ilgili yüzeysel bilgilerden başka bir b*k bildiği yoktur)
Neyse meraklı öğrencilerim dikkatini bana versin...
İlk önce bu barnabas incili nedir ona bakalım gençler :
Barnaba'nın asıl adı Yusuf'tur ve kıbrıslı bir yahudi ailesinin oğludur.
Kendisi Hz. İsa'yı bizzat görmüş ve öğrencisi olmuştur.
Yalnız burada ufak bir düzeltme yapmak istiyorum. ''BARNABAS İNCİLİ'' tabiri bu yazının başlığı olmasına rağmen yanlış bir tabirdir.
Peki neden ?
Kitapta, Barnaba'nın Hz. İsa'dan duyduklarını, onunla yaşadıklarını ve hakkında diğer şeyleri anlatır.
Fakat Kur'an'da ''Biz İsa'ya İncil'i indirdik'' der.
Yani Hz. İsa'ya indirilmiş olan İncil, direk vahiy yoluyla Allah katından inmiştir.
Barnaba ise, Hz. İsa'nın göğe çekilmesinden sonra bu mesajı sürdürmek için yollara düşmüş ve birçok nüsha halinde Hz. İsa'nın mesajını ve onun hayatını anlatmaya çalışmıştır.
Barnaba'nın Hz. İsa'nın sadık bir öğrencisi olduğuna dair su götürmez deliller vardır. Kendisi Hz. İsa'nın ashabıdır. Ve ondan öğrendiklerini, değiştirmeden yaymaya çalışmıştır.
''Ben Barnaba, Allah'ın elçisi İsa'dan öğrendiklerimi ve ona vahyolunan Allah kelamını yazıyorum'' diyerek başlar hatta.
Yani bu kitabın incil olması için yalnızca Allah'ın kelamını barındırması gerekir.
Fakat barnaba bu kitapta hem Hz. İsa'ya inen Allah kelamını hemde onun hayatını ve mesajını anlatmıştır.
Ayıktınız mı beyler ?
Devam edelim...
1981 yılında Şırnak'ın Uludere ilçesinde, köylüler avlanırken bir mağara keşfederler ve mağaranın içerisinde bir lahit ve bir de kitap bulurlar. Jandarmaya haber verilir ve jandarma da kitaba el koyar. Jandarmadan da ''Özel Harp Dairesi''nin eline geçer ve bulan köylüleri sessiz durmaları için kaçakçılıktan tutuklarlar.
Burda ilginç olan nokta olaya Özel Harp Dairesi'nin müdahil olmasıdır.
Hakkında ufak bir araştırma yaparsanız ne kadar ÖZEL bir kurum olduğunu anlarsınız.
Neyse konumuz şu an bu değil.
Devam edelim...
Bulunan Kitap, Hz. İsa'nın konuştuğu dil olan Aramca yazılmıştır ve genelkurmay bunu tercüme ettirmek için Prof. Dr. Hamza Pektaş'a getirir.
Kendisi bu ölü dili bilen dünyadaki sayılı insanlardan biridir.
Genelkurmaydan gelen askerler ve paşalar eşliğinde, sayfa sayfa tercüme etmeye başlar.
Buraya kadar olan kısım, işin içine koskoca genelkurmayın ve hatta özel harp dairesinin girmesi bu olayın aslında basit bir İncil bulunmasından çok daha büyük olduğunun kanıtı.
Zira bir düşünsenize, genelkurmayın hele hele özel harp dairesi gibi bir kurumun bir İncil ile ne alakası olabilir lan ?
Devam edelim...
Hamza Pektaş, sayfaları tercüme ederken şu yazıyı görür ; ''Bu kitabı 4 nüsha halinde yazıyorum.''
Bunun üzerine diğer üç nüshanın peşine düşülür ve iki tanesini bulunur.
Bunlardan biri İsrail'dedir. Bir Alman firmasının sponsorluğunda konuyu İsrail cumhurbaşkanı İsak Rabin'in torunu Victoria Rabin'e ulaştırır ve Victoria Rabin'in girişimleri sayesinde bu nüsha bulunur.
Bilin bakalım sonra ne olur ?
Vicrtoria Rabin bu kitabı bulup okuduktan sonra MÜSLÜMAN olur...
Tevrat ve Zebur'a da ulaşabileceğini düşünerek kazı çalışmalarına devam eder...
Ve tam bu sırada bir Etiyopya'lı tarafından ÖLDÜRÜLÜR. ( ? ) [ Etiyopyalıyı bir düşünün isterseniz]
İsrail devleti nüshaya el koyar ve Vatikan'la pazarlık yapmaya başlar. Vatikan, bu nüshayı incelemek üzere kardinal Mario'yu gönderir.
Bir süre sonra o da şüpheli şekilde ölü bulunur. ( ? )
İşin bu noktadan sonrasında yine genelkurmay ve özel harp dairesini göreceğiz işte.
İlginç olaylar silsilesi başlıyor...
1996 yılında bir grup JİTEM askeri, Kıbrıs'ta bulunan Aziz Barnabas mezarlığını soyuyor. Ve bu olaya gazeteci Kutlu Adalı şahit oluyor. Adalı olayın üzerine gidip, askerlerin kim olduklarını ve orada ne aradıklarını öğrenince bu işin derinine inmek istiyor.
Fakat bu mezar soygunundan yalnızca 4 ay sonra, Uzi marka otomatik silahla öldürülüyor.
Adalı'nın eşi, bu olayda karartma yapıldığı gerekçesiyle Türkiye mahkemelerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikayet ediyor ve Türkiye haksız bulunup, 95 bin Euro para cezasına çarptırılıyor.
Dipnot : Kutlu Adalının ölümünden yalnızca 4 ay sonra Abdullah Çatlı'nın ölümünün gerçekleştiği ''Susurluk Kazası'' meydana geliyor.
Kutlu Adalı'nın ölümünden sonra Abdullah Çatlı kıbrıs'a geliyor ve Barnabas İncilini JİTEM'den devralıyor.
Neden Abdullah Çatlı ?
Çünkü Abdullah Çatlı devletin her Türlü işini yapan profösyönel bir Ajan'dır.
Başını Veli KÜÇÜK ve ekibinin çektiği Barnabas Operasyonlarını yürüten derin yapılanmanın o zamanki en güvendiği isimlerden biri Abdullah ÇATLI'dır.
Derin yapı, barnabas incilinin Yunanistan'a satılmasına karar veriyor ve Kuşadası'na gidip Yunan yetkililerle pazarlık yapılması görevini bizzat Abdullah Çatlı'ya veriyor.
Abdullah Çatlı Kıbrıs'tan yola çıkıp Kuşadası'nda pazarlık yaptıktan sonra (Sadece Pazarlık yapılıyor, İncil satılmıyor) İstanbul'a dönüş yolunda Balıkesir'in Susurluk İlçesinde kaza yapıyor.
( Muhtemelen Veli Küçük ve ekibiyle ters düşüyor ve Derin yapı çatlının infazına henüz yolda karar veriyor.
İki ihtimal gerçeğe en yakındır:
Birincisi Çatlı ve ekibine pazarlık için tesis edilen aracın uzaktan kontrol sistemiyle frenleri boşaltılıp kaza yapması sağlanmıştır.
İkinci ihtimal ki bana göre doğru olan budur, yine uzaktan kontrol mekanizmasıyla aracın hızı saatte 200 km'ye çıkarılarak 20 RC 721 plakalı kamyona arkadan çarpmasıdır.Aşırı hızlı gittikleri ve Sedat Bucak’ın Hüseyin Kocadağ’ı bir kaç kez ikaz ettiği hayatta kalan tek tanık olan Sedat Bucak’ın ifadelerinde var. Kazanın sebebinin aşırı hız olduğu belli. )
Susurluk kazası...
Ve kazadan sonra herkesin konuştuğu bir olay vardı : KAYIP ÇANTA ...
Susurluk olayından ilk haberdar olan kişinin Veli Küçük olduğu, ve Çatlı'nın olaydan önce konuştuğu son kişinin yine Küçük olduğu artık resmiyet kazanmış durumda.
Haberlerde şu ayrıntı çok dikkat çekicidir ; ''çantayı alın...''
Yani çanta Veli Küçük'ün adamları tarafından kazanın hemen sonrasında alınıyor ve Veli Küçük'e iletiliyor.
Ayrıca Hamza Pektaş ''2009 yılına kadar bu işle genelkurmay ilgilendi ve nüshalar onların kozmik odalarındaydı'' diyor. Yani Susurluk olayında bir kayıp çanta var, bu çantada ne olduğuna dair kimsenin bir malumatı yok, medya da ''kaçak silahlar olabilir'' diye haber yapıyor. Fakat bu olaydan sonra genelkurmay bir nüshaya daha sahip oluyor.
Tabi ilginç olaylar bununla sınırlı değil...
Derin yapı başından beri planladığı gibi nüshayı Yunanistan'a satıyor. Yunanistan da bunu tercüme ettirmek için kimi buluyor bilin bakalım.. ; Hamza Pektaş.
Peki bu görüşmeye kim aracı oluyor sizce?
Veli Küçük'ün yaveri Adem Taşdemir...
Tüm bunlar yaşanırken, Hamza Pektaş bir gün hastanededir ve ziyaretine bir ülkenin büyükelçisi gelir. Pektaş'a der ki ; ''Bu gördüğün tüm kimlik belgelerin. Bunları yırtarsam artık varlığına dair hiçbir belge kalmaz.''
Bunun üzerine Hamza Pektaş soyadını değiştirir ve Hocagil yapar. Hayatının geri kalanını da, bugün bile gizlenerek geçirir.
Katıldığı, Ülke Tv'deki Sıradışı programında ;
''Bana 1999-2000 yıllarında bir nüsha getirildi ve tercüme etmem istendi. Tercümeyi yaptıktan sonra bana verileceklerini söyledikleri parayı isteyince, soyadı Taşdemir olan kişi ''Öyle demiştik ama, artık öyle değil. Bu işin başında Veli Küçük var, sakın paranın lafını etme'' dedi. Ben de Malatya'ya gittim, bilgisayardan aldığım çıktısını bahçeye gömdüm'' diyor.
Fakat tabi olaylar bununla sınırlı kalmıyor.
22 Mart 2009 tarihinde Muhsin Yazıcıoğlu, bir oyuncu ve iki dostuyla bir araya gelir ve ''Barnabas İncili'ni sinema filmi yapıyoruz'' der. Bunun için gerekli tüm para ve imkanların hazırladığını söyler. Elinde Barnabas İncili'nin bir fotokopisi vardır ve konuşmayı şöyle bitirir ''dikkat edin, bu İncili gören fazla yaşamıyor.''
Şimdi durun bir düşünün bakalım. Elinizde bir belge var ve bu belge bütün Hristiyanlık Alemini bitirebilecek bir belge. Bunu dünyaya yaymak için en önemli reklam aracı ne olabilir ? Tabiki onun filmini yapmak ! Dolayısıyla Muhsin Yazıcıoğlu gayet doğru bir amacın peşinde...
Ve üç gün sonra, 25 Mart 2009'da suikaste kurban gitti.
Tıpkı Susurluk'ta olduğu gibi, oraya gelen askerler ''bir şeyler alıp'' öyle gittiler.
Bu proje Muhsin Yazıcıoğlu'nun uzun zamandır aklındaymış anladığımız kadarıyla. Hatta bu projeyi Nakşibendi Şeyhi Esad Coşan ile de konuşurmuş. Bu konu hakkında şöyle bir röportajı var Yazıcıoğlu'nun ;
''Esad Hoca da bu konuyu çok araştırırdı. Bu konunun açıklığa kavuşmasını çok istiyordu ama ''ömrü vefa etmedi.'
Türkiye bu olaylarla kaynarken birden bire garip bir şey daha oluyor ve basında ''1500 yıllık Barnabas İncili bulundu'' diye haberler çıkmaya başlıyor.
Yani çarpıtma yapılıyor doğal olarak...
Burada dikkat edilmesi gereken şey şu ; ''1500 yıllık''
Yani İznik Konsülünden 200 yıl sonra, Hzç İsa'dan da 500 yıl sonrasının tarihi.
Fakat nasıl olur?
325 yılındaki İznik Konsülünde Barnabas İncili, halktan gizlenmesi gereken kitaplar arasında yer almıştı ?
Prof. Dr. Hamza Hocagil bu haberi alıyor ve şöyle diyor ; ''Aramca eski bir dil. 1500 yıllık bir İncil keçi derisinden bir kağıda sülyan boya ile yazılmaz. Haç, arkasına konulmaz. Arkasına ışık yansıtması yapılmaz. Noktalama işaretleri var Süryanca'nın. O harflere bakılarak yazılmış. Barnabas İncili böyle bir şey değil. Bu, uyduruk bir ham deriye yazılmış ve Süryanice intiba versin diye birisine yazdırılmış bir metin. ''
Yani bir hedef şaşırtma yapıldığı çok aşikar. Bulunan 2000 yıllık İncil bir dizi suikast, hedef şaşırtma ve karartma yoluyla örtbas ediliyor ve yerine 1500 yıllık olduğu söylenen bir başka İncil çıkıveriyor.
Tabi bu olayı en önemli nokta kılan şey şu, Uludere'de bulunan Barnabas İncili'nde ''Tevhid inancı ve Hz. Muhammed'in geliş müjdesi'' var !
Barnabas İncili'nde ;
Hz. İsa, tanrının oğlu değil, bir peygamber.
Tevhid yani Allah'ın birliği anlatılıyor.
Kendisinden sonra gelecek olan peygamberden çokça bahsediyor.
Ve Hz. İsa çarmıha gerilmiyor.
Hocagil'in tercüme ettiği sayfalardan bir örnek şöyle ;
''Ben Kıbrıslı Barnabius. Tesbihe layık alemlerin Rabbi'nden bir bütün olarak Ruhül Kudüs'le Meşaha'ya vahyolunanı tıpkı İsa'dan duyduğum gibi, sadakatle 48 gök yılları sonunda, dördüncü nüsha olarak aynen yazıyorum ; '' Bu İncil'de bir de şöyle bir ayet vardı ; Senden sonra bir peygamber gelecek, ona tabi olanlar, dolgun başaklar gibi olacaklar.''
İşte bu ayetle Fetih Suresi arasında bir bağlantı var.
Fetih Suresi 29. ayette aynen şöyle deniyor, Hz. Muhammed'e s.a.v tabi olanların vasıfları şöyle anlatılıyor ;
''Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu, ekicilerin de hoşuna gider.''
Hedef şaşırtmak için ortaya atılan ve sözüm ona 1500 yıllık olan İncil'de ise şuanki İncillerden farklı bir şey yok. Dahası üzerinde haç var ve İsa'nın çarmıha gerilişinden bahsediliyor. Bu, Vatikan'ın arşivlerinde saklı bulunan eski İncillerden biridir muhtemelen, kendi icatları yani.
Barnabas İncili'nin orjinal nüshaları, bildiğimiz kadarıyla şuan hala gizli tutulmakta. Dünyanın en büyük şirketlerinden biri olan Vatikan, elbette şirketlerinin ellerinin arasından kayıp gitmesine seyirci olamayacaktır. Ayrıca, tamamen Hristiyan olan batı nüfusunun, bu İncili okuyup İslam'a geçtiğini ve tüm batının Müslüman olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Bu, elbette önüne geçilmesi gereken bir durumdur batı için.
Bu İncil'in bu kadar zaman sonra ortaya çıkması, çok açık bir kıyamet alametidir. Zira Hristiyanlık artık son evrelerindedir.
'Hristiyanlık' konusunu ilerde işliyeceğim.
Allah'a emanet olun...
Nasılsınız?
Benim nasıl olduğumu sormayın bende sizin gibi hep ''iyiyim'' yalanını söylüyorum.
Umarım geçen zaman içinde az da olsa araştırmalar yapıp bu konularda bilgi sahibi olmuşsunuzdur. (ki buna zerre kadar inanmıyorum. Asalak gibi yaşıyoruz...)
Neyse beyler bugün anlatacağım konu hakkında binlerce kere haber yapılmış ama aslında hiçkimsenin gerçekten bilgi sahibi olmadığı bir konu...
BARNABAS İNCİLİ...
Kemerlerinizi bağlayın...
Şimdi bazı dallamalar ortaya atlayarak ''Eee biz müslümanız ne işimiz var incille falan'' diyerek şom ağızlarını açabilirler.
Bi sakin ol yavrum. Git bir soda falan iç. Bi kendine gel...Senin işin olmayabilir ama bu konu dünyanın kaderini değiştirebilecek bir konu.
Gerçi senin dünya bile umrunda değil ama oraya hiç girmeyelim...(eminim bu arkadaşın müslümanlıkla ilgili yüzeysel bilgilerden başka bir b*k bildiği yoktur)
Neyse meraklı öğrencilerim dikkatini bana versin...
İlk önce bu barnabas incili nedir ona bakalım gençler :
Barnaba'nın asıl adı Yusuf'tur ve kıbrıslı bir yahudi ailesinin oğludur.
Kendisi Hz. İsa'yı bizzat görmüş ve öğrencisi olmuştur.
Yalnız burada ufak bir düzeltme yapmak istiyorum. ''BARNABAS İNCİLİ'' tabiri bu yazının başlığı olmasına rağmen yanlış bir tabirdir.
Peki neden ?
Kitapta, Barnaba'nın Hz. İsa'dan duyduklarını, onunla yaşadıklarını ve hakkında diğer şeyleri anlatır.
Fakat Kur'an'da ''Biz İsa'ya İncil'i indirdik'' der.
Yani Hz. İsa'ya indirilmiş olan İncil, direk vahiy yoluyla Allah katından inmiştir.
Barnaba ise, Hz. İsa'nın göğe çekilmesinden sonra bu mesajı sürdürmek için yollara düşmüş ve birçok nüsha halinde Hz. İsa'nın mesajını ve onun hayatını anlatmaya çalışmıştır.
Barnaba'nın Hz. İsa'nın sadık bir öğrencisi olduğuna dair su götürmez deliller vardır. Kendisi Hz. İsa'nın ashabıdır. Ve ondan öğrendiklerini, değiştirmeden yaymaya çalışmıştır.
''Ben Barnaba, Allah'ın elçisi İsa'dan öğrendiklerimi ve ona vahyolunan Allah kelamını yazıyorum'' diyerek başlar hatta.
Yani bu kitabın incil olması için yalnızca Allah'ın kelamını barındırması gerekir.
Fakat barnaba bu kitapta hem Hz. İsa'ya inen Allah kelamını hemde onun hayatını ve mesajını anlatmıştır.
Ayıktınız mı beyler ?
Devam edelim...
1981 yılında Şırnak'ın Uludere ilçesinde, köylüler avlanırken bir mağara keşfederler ve mağaranın içerisinde bir lahit ve bir de kitap bulurlar. Jandarmaya haber verilir ve jandarma da kitaba el koyar. Jandarmadan da ''Özel Harp Dairesi''nin eline geçer ve bulan köylüleri sessiz durmaları için kaçakçılıktan tutuklarlar.
Burda ilginç olan nokta olaya Özel Harp Dairesi'nin müdahil olmasıdır.
Hakkında ufak bir araştırma yaparsanız ne kadar ÖZEL bir kurum olduğunu anlarsınız.
Neyse konumuz şu an bu değil.
Devam edelim...
Bulunan Kitap, Hz. İsa'nın konuştuğu dil olan Aramca yazılmıştır ve genelkurmay bunu tercüme ettirmek için Prof. Dr. Hamza Pektaş'a getirir.
Kendisi bu ölü dili bilen dünyadaki sayılı insanlardan biridir.
Genelkurmaydan gelen askerler ve paşalar eşliğinde, sayfa sayfa tercüme etmeye başlar.
Buraya kadar olan kısım, işin içine koskoca genelkurmayın ve hatta özel harp dairesinin girmesi bu olayın aslında basit bir İncil bulunmasından çok daha büyük olduğunun kanıtı.
Zira bir düşünsenize, genelkurmayın hele hele özel harp dairesi gibi bir kurumun bir İncil ile ne alakası olabilir lan ?
Devam edelim...
Hamza Pektaş, sayfaları tercüme ederken şu yazıyı görür ; ''Bu kitabı 4 nüsha halinde yazıyorum.''
Bunun üzerine diğer üç nüshanın peşine düşülür ve iki tanesini bulunur.
Bunlardan biri İsrail'dedir. Bir Alman firmasının sponsorluğunda konuyu İsrail cumhurbaşkanı İsak Rabin'in torunu Victoria Rabin'e ulaştırır ve Victoria Rabin'in girişimleri sayesinde bu nüsha bulunur.
Bilin bakalım sonra ne olur ?
Vicrtoria Rabin bu kitabı bulup okuduktan sonra MÜSLÜMAN olur...
Tevrat ve Zebur'a da ulaşabileceğini düşünerek kazı çalışmalarına devam eder...
Ve tam bu sırada bir Etiyopya'lı tarafından ÖLDÜRÜLÜR. ( ? ) [ Etiyopyalıyı bir düşünün isterseniz]
İsrail devleti nüshaya el koyar ve Vatikan'la pazarlık yapmaya başlar. Vatikan, bu nüshayı incelemek üzere kardinal Mario'yu gönderir.
Bir süre sonra o da şüpheli şekilde ölü bulunur. ( ? )
İşin bu noktadan sonrasında yine genelkurmay ve özel harp dairesini göreceğiz işte.
İlginç olaylar silsilesi başlıyor...
1996 yılında bir grup JİTEM askeri, Kıbrıs'ta bulunan Aziz Barnabas mezarlığını soyuyor. Ve bu olaya gazeteci Kutlu Adalı şahit oluyor. Adalı olayın üzerine gidip, askerlerin kim olduklarını ve orada ne aradıklarını öğrenince bu işin derinine inmek istiyor.
Fakat bu mezar soygunundan yalnızca 4 ay sonra, Uzi marka otomatik silahla öldürülüyor.
Adalı'nın eşi, bu olayda karartma yapıldığı gerekçesiyle Türkiye mahkemelerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikayet ediyor ve Türkiye haksız bulunup, 95 bin Euro para cezasına çarptırılıyor.
Dipnot : Kutlu Adalının ölümünden yalnızca 4 ay sonra Abdullah Çatlı'nın ölümünün gerçekleştiği ''Susurluk Kazası'' meydana geliyor.
Kutlu Adalı'nın ölümünden sonra Abdullah Çatlı kıbrıs'a geliyor ve Barnabas İncilini JİTEM'den devralıyor.
Neden Abdullah Çatlı ?
Çünkü Abdullah Çatlı devletin her Türlü işini yapan profösyönel bir Ajan'dır.
Başını Veli KÜÇÜK ve ekibinin çektiği Barnabas Operasyonlarını yürüten derin yapılanmanın o zamanki en güvendiği isimlerden biri Abdullah ÇATLI'dır.
Derin yapı, barnabas incilinin Yunanistan'a satılmasına karar veriyor ve Kuşadası'na gidip Yunan yetkililerle pazarlık yapılması görevini bizzat Abdullah Çatlı'ya veriyor.
Abdullah Çatlı Kıbrıs'tan yola çıkıp Kuşadası'nda pazarlık yaptıktan sonra (Sadece Pazarlık yapılıyor, İncil satılmıyor) İstanbul'a dönüş yolunda Balıkesir'in Susurluk İlçesinde kaza yapıyor.
( Muhtemelen Veli Küçük ve ekibiyle ters düşüyor ve Derin yapı çatlının infazına henüz yolda karar veriyor.
İki ihtimal gerçeğe en yakındır:
Birincisi Çatlı ve ekibine pazarlık için tesis edilen aracın uzaktan kontrol sistemiyle frenleri boşaltılıp kaza yapması sağlanmıştır.
İkinci ihtimal ki bana göre doğru olan budur, yine uzaktan kontrol mekanizmasıyla aracın hızı saatte 200 km'ye çıkarılarak 20 RC 721 plakalı kamyona arkadan çarpmasıdır.Aşırı hızlı gittikleri ve Sedat Bucak’ın Hüseyin Kocadağ’ı bir kaç kez ikaz ettiği hayatta kalan tek tanık olan Sedat Bucak’ın ifadelerinde var. Kazanın sebebinin aşırı hız olduğu belli. )
Susurluk kazası...
Ve kazadan sonra herkesin konuştuğu bir olay vardı : KAYIP ÇANTA ...
Susurluk olayından ilk haberdar olan kişinin Veli Küçük olduğu, ve Çatlı'nın olaydan önce konuştuğu son kişinin yine Küçük olduğu artık resmiyet kazanmış durumda.
Haberlerde şu ayrıntı çok dikkat çekicidir ; ''çantayı alın...''
Yani çanta Veli Küçük'ün adamları tarafından kazanın hemen sonrasında alınıyor ve Veli Küçük'e iletiliyor.
Ayrıca Hamza Pektaş ''2009 yılına kadar bu işle genelkurmay ilgilendi ve nüshalar onların kozmik odalarındaydı'' diyor. Yani Susurluk olayında bir kayıp çanta var, bu çantada ne olduğuna dair kimsenin bir malumatı yok, medya da ''kaçak silahlar olabilir'' diye haber yapıyor. Fakat bu olaydan sonra genelkurmay bir nüshaya daha sahip oluyor.
Tabi ilginç olaylar bununla sınırlı değil...
Derin yapı başından beri planladığı gibi nüshayı Yunanistan'a satıyor. Yunanistan da bunu tercüme ettirmek için kimi buluyor bilin bakalım.. ; Hamza Pektaş.
Peki bu görüşmeye kim aracı oluyor sizce?
Veli Küçük'ün yaveri Adem Taşdemir...
Tüm bunlar yaşanırken, Hamza Pektaş bir gün hastanededir ve ziyaretine bir ülkenin büyükelçisi gelir. Pektaş'a der ki ; ''Bu gördüğün tüm kimlik belgelerin. Bunları yırtarsam artık varlığına dair hiçbir belge kalmaz.''
Bunun üzerine Hamza Pektaş soyadını değiştirir ve Hocagil yapar. Hayatının geri kalanını da, bugün bile gizlenerek geçirir.
Katıldığı, Ülke Tv'deki Sıradışı programında ;
''Bana 1999-2000 yıllarında bir nüsha getirildi ve tercüme etmem istendi. Tercümeyi yaptıktan sonra bana verileceklerini söyledikleri parayı isteyince, soyadı Taşdemir olan kişi ''Öyle demiştik ama, artık öyle değil. Bu işin başında Veli Küçük var, sakın paranın lafını etme'' dedi. Ben de Malatya'ya gittim, bilgisayardan aldığım çıktısını bahçeye gömdüm'' diyor.
Fakat tabi olaylar bununla sınırlı kalmıyor.
22 Mart 2009 tarihinde Muhsin Yazıcıoğlu, bir oyuncu ve iki dostuyla bir araya gelir ve ''Barnabas İncili'ni sinema filmi yapıyoruz'' der. Bunun için gerekli tüm para ve imkanların hazırladığını söyler. Elinde Barnabas İncili'nin bir fotokopisi vardır ve konuşmayı şöyle bitirir ''dikkat edin, bu İncili gören fazla yaşamıyor.''
Şimdi durun bir düşünün bakalım. Elinizde bir belge var ve bu belge bütün Hristiyanlık Alemini bitirebilecek bir belge. Bunu dünyaya yaymak için en önemli reklam aracı ne olabilir ? Tabiki onun filmini yapmak ! Dolayısıyla Muhsin Yazıcıoğlu gayet doğru bir amacın peşinde...
Ve üç gün sonra, 25 Mart 2009'da suikaste kurban gitti.
Tıpkı Susurluk'ta olduğu gibi, oraya gelen askerler ''bir şeyler alıp'' öyle gittiler.
Bu proje Muhsin Yazıcıoğlu'nun uzun zamandır aklındaymış anladığımız kadarıyla. Hatta bu projeyi Nakşibendi Şeyhi Esad Coşan ile de konuşurmuş. Bu konu hakkında şöyle bir röportajı var Yazıcıoğlu'nun ;
''Esad Hoca da bu konuyu çok araştırırdı. Bu konunun açıklığa kavuşmasını çok istiyordu ama ''ömrü vefa etmedi.'
Türkiye bu olaylarla kaynarken birden bire garip bir şey daha oluyor ve basında ''1500 yıllık Barnabas İncili bulundu'' diye haberler çıkmaya başlıyor.
Yani çarpıtma yapılıyor doğal olarak...
Burada dikkat edilmesi gereken şey şu ; ''1500 yıllık''
Yani İznik Konsülünden 200 yıl sonra, Hzç İsa'dan da 500 yıl sonrasının tarihi.
Fakat nasıl olur?
325 yılındaki İznik Konsülünde Barnabas İncili, halktan gizlenmesi gereken kitaplar arasında yer almıştı ?
Prof. Dr. Hamza Hocagil bu haberi alıyor ve şöyle diyor ; ''Aramca eski bir dil. 1500 yıllık bir İncil keçi derisinden bir kağıda sülyan boya ile yazılmaz. Haç, arkasına konulmaz. Arkasına ışık yansıtması yapılmaz. Noktalama işaretleri var Süryanca'nın. O harflere bakılarak yazılmış. Barnabas İncili böyle bir şey değil. Bu, uyduruk bir ham deriye yazılmış ve Süryanice intiba versin diye birisine yazdırılmış bir metin. ''
Yani bir hedef şaşırtma yapıldığı çok aşikar. Bulunan 2000 yıllık İncil bir dizi suikast, hedef şaşırtma ve karartma yoluyla örtbas ediliyor ve yerine 1500 yıllık olduğu söylenen bir başka İncil çıkıveriyor.
Tabi bu olayı en önemli nokta kılan şey şu, Uludere'de bulunan Barnabas İncili'nde ''Tevhid inancı ve Hz. Muhammed'in geliş müjdesi'' var !
Barnabas İncili'nde ;
Hz. İsa, tanrının oğlu değil, bir peygamber.
Tevhid yani Allah'ın birliği anlatılıyor.
Kendisinden sonra gelecek olan peygamberden çokça bahsediyor.
Ve Hz. İsa çarmıha gerilmiyor.
Hocagil'in tercüme ettiği sayfalardan bir örnek şöyle ;
''Ben Kıbrıslı Barnabius. Tesbihe layık alemlerin Rabbi'nden bir bütün olarak Ruhül Kudüs'le Meşaha'ya vahyolunanı tıpkı İsa'dan duyduğum gibi, sadakatle 48 gök yılları sonunda, dördüncü nüsha olarak aynen yazıyorum ; '' Bu İncil'de bir de şöyle bir ayet vardı ; Senden sonra bir peygamber gelecek, ona tabi olanlar, dolgun başaklar gibi olacaklar.''
İşte bu ayetle Fetih Suresi arasında bir bağlantı var.
Fetih Suresi 29. ayette aynen şöyle deniyor, Hz. Muhammed'e s.a.v tabi olanların vasıfları şöyle anlatılıyor ;
''Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu, ekicilerin de hoşuna gider.''
Hedef şaşırtmak için ortaya atılan ve sözüm ona 1500 yıllık olan İncil'de ise şuanki İncillerden farklı bir şey yok. Dahası üzerinde haç var ve İsa'nın çarmıha gerilişinden bahsediliyor. Bu, Vatikan'ın arşivlerinde saklı bulunan eski İncillerden biridir muhtemelen, kendi icatları yani.
Barnabas İncili'nin orjinal nüshaları, bildiğimiz kadarıyla şuan hala gizli tutulmakta. Dünyanın en büyük şirketlerinden biri olan Vatikan, elbette şirketlerinin ellerinin arasından kayıp gitmesine seyirci olamayacaktır. Ayrıca, tamamen Hristiyan olan batı nüfusunun, bu İncili okuyup İslam'a geçtiğini ve tüm batının Müslüman olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Bu, elbette önüne geçilmesi gereken bir durumdur batı için.
Bu İncil'in bu kadar zaman sonra ortaya çıkması, çok açık bir kıyamet alametidir. Zira Hristiyanlık artık son evrelerindedir.
'Hristiyanlık' konusunu ilerde işliyeceğim.
Allah'a emanet olun...
- Bu yazıda anlatılan HERŞEY, TAMAMEN hayal ürünüdür. Veya değildir..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder