30 Eylül 2017 Cumartesi

VATİKAN'IN KORKUSU

Barnabas İncili, Susurluk Kazası ve Muhsin Yazıcıoğlu Suikasti

Selamun Aleyküm beyler...

Nasılsınız?
Benim nasıl olduğumu sormayın bende sizin gibi hep ''iyiyim'' yalanını söylüyorum.

Umarım geçen zaman içinde az da olsa araştırmalar yapıp bu konularda bilgi sahibi olmuşsunuzdur. (ki buna zerre kadar inanmıyorum. Asalak gibi yaşıyoruz...)



Neyse beyler bugün anlatacağım konu hakkında binlerce kere haber yapılmış ama aslında hiçkimsenin gerçekten bilgi sahibi olmadığı bir konu...

BARNABAS İNCİLİ... 



Kemerlerinizi bağlayın...

Şimdi bazı dallamalar ortaya atlayarak ''Eee biz müslümanız ne işimiz var incille falan'' diyerek şom ağızlarını açabilirler.


Bi sakin ol yavrum. Git bir soda falan iç. Bi kendine gel...Senin işin olmayabilir ama bu konu dünyanın kaderini değiştirebilecek bir konu.
Gerçi senin dünya bile umrunda değil ama oraya hiç girmeyelim...(eminim bu arkadaşın müslümanlıkla ilgili yüzeysel bilgilerden başka bir b*k bildiği yoktur)

Neyse meraklı öğrencilerim dikkatini bana versin...

İlk önce bu barnabas incili nedir ona bakalım gençler :


Barnaba'nın asıl adı Yusuf'tur ve kıbrıslı bir yahudi ailesinin oğludur.
Kendisi Hz. İsa'yı bizzat görmüş ve öğrencisi olmuştur.

Yalnız burada ufak bir düzeltme yapmak istiyorum. ''BARNABAS İNCİLİ'' tabiri bu yazının başlığı olmasına rağmen yanlış bir tabirdir.

Peki neden ?

Kitapta, Barnaba'nın Hz. İsa'dan duyduklarını, onunla yaşadıklarını ve hakkında diğer şeyleri anlatır.
Fakat Kur'an'da ''Biz İsa'ya İncil'i indirdik'' der.
Yani Hz. İsa'ya indirilmiş olan İncil, direk vahiy yoluyla Allah katından inmiştir.
Barnaba ise, Hz. İsa'nın göğe çekilmesinden sonra bu mesajı sürdürmek için yollara düşmüş ve birçok nüsha halinde Hz. İsa'nın mesajını ve onun hayatını anlatmaya çalışmıştır.
Barnaba'nın Hz. İsa'nın sadık bir öğrencisi olduğuna dair su götürmez deliller vardır. Kendisi Hz. İsa'nın ashabıdır. Ve ondan öğrendiklerini, değiştirmeden yaymaya çalışmıştır.
''Ben Barnaba, Allah'ın elçisi İsa'dan öğrendiklerimi ve ona vahyolunan Allah kelamını yazıyorum'' diyerek başlar hatta.


Yani bu kitabın incil olması için yalnızca Allah'ın kelamını barındırması gerekir.
Fakat barnaba bu kitapta hem Hz. İsa'ya inen Allah kelamını hemde onun hayatını ve mesajını anlatmıştır.

Ayıktınız mı beyler ?

Devam edelim...



1981 yılında Şırnak'ın Uludere ilçesinde, köylüler avlanırken bir mağara keşfederler ve mağaranın içerisinde bir lahit ve bir de kitap bulurlar. Jandarmaya haber verilir ve jandarma da kitaba el koyar. Jandarmadan da ''Özel Harp Dairesi''nin eline geçer ve bulan köylüleri sessiz durmaları için kaçakçılıktan tutuklarlar.

Burda ilginç olan nokta olaya Özel Harp Dairesi'nin müdahil olmasıdır.
Hakkında ufak bir araştırma yaparsanız ne kadar ÖZEL bir kurum olduğunu anlarsınız.
Neyse konumuz şu an bu değil.
Devam edelim...

Bulunan Kitap, Hz. İsa'nın konuştuğu dil olan Aramca yazılmıştır ve genelkurmay bunu tercüme ettirmek için Prof. Dr. Hamza Pektaş'a getirir.
Kendisi bu ölü dili bilen dünyadaki sayılı insanlardan biridir.
Genelkurmaydan gelen askerler ve paşalar eşliğinde, sayfa sayfa tercüme etmeye başlar.

Buraya kadar olan kısım, işin içine koskoca genelkurmayın ve hatta özel harp dairesinin girmesi bu olayın aslında basit bir İncil bulunmasından çok daha büyük olduğunun kanıtı.

Zira bir düşünsenize, genelkurmayın hele hele özel harp dairesi gibi bir kurumun bir İncil ile ne alakası olabilir lan ?

Devam edelim...

Hamza Pektaş, sayfaları tercüme ederken şu yazıyı görür ; ''Bu kitabı 4 nüsha halinde yazıyorum.''

Bunun üzerine diğer üç nüshanın peşine düşülür ve iki tanesini bulunur.

Bunlardan biri İsrail'dedir. Bir Alman firmasının sponsorluğunda konuyu İsrail cumhurbaşkanı İsak Rabin'in torunu Victoria Rabin'e ulaştırır ve Victoria Rabin'in girişimleri sayesinde bu nüsha bulunur.




Bilin bakalım sonra ne olur ?

Vicrtoria Rabin bu kitabı bulup okuduktan sonra MÜSLÜMAN olur...


Tevrat ve Zebur'a da ulaşabileceğini düşünerek kazı çalışmalarına devam eder...

Ve tam bu sırada bir Etiyopya'lı tarafından ÖLDÜRÜLÜR. ( ? ) [ Etiyopyalıyı bir düşünün isterseniz]

İsrail devleti nüshaya el koyar ve Vatikan'la pazarlık yapmaya başlar. Vatikan, bu nüshayı incelemek üzere kardinal Mario'yu gönderir.
Bir süre sonra o da şüpheli şekilde ölü bulunur. ( ? )


İşin bu noktadan sonrasında yine genelkurmay ve özel harp dairesini göreceğiz işte.
İlginç olaylar silsilesi başlıyor...


1996 yılında bir grup JİTEM askeri, Kıbrıs'ta bulunan Aziz Barnabas mezarlığını soyuyor. Ve bu olaya gazeteci Kutlu Adalı şahit oluyor. Adalı olayın üzerine gidip, askerlerin kim olduklarını ve orada ne aradıklarını öğrenince bu işin derinine inmek istiyor.


Fakat bu mezar soygunundan yalnızca 4 ay sonra, Uzi marka otomatik silahla öldürülüyor.

Adalı'nın eşi, bu olayda karartma yapıldığı gerekçesiyle Türkiye mahkemelerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikayet ediyor ve Türkiye haksız bulunup, 95 bin Euro para cezasına çarptırılıyor.



Dipnot : Kutlu Adalının ölümünden yalnızca 4 ay sonra Abdullah Çatlı'nın ölümünün gerçekleştiği ''Susurluk Kazası'' meydana geliyor.



Kutlu Adalı'nın ölümünden sonra Abdullah Çatlı kıbrıs'a geliyor ve Barnabas İncilini JİTEM'den devralıyor.

Neden Abdullah Çatlı ?

Çünkü Abdullah Çatlı devletin her Türlü işini yapan profösyönel bir Ajan'dır.

Başını Veli KÜÇÜK ve ekibinin çektiği Barnabas Operasyonlarını yürüten derin yapılanmanın o zamanki en güvendiği isimlerden biri Abdullah ÇATLI'dır.

Derin yapı, barnabas incilinin Yunanistan'a satılmasına karar veriyor ve Kuşadası'na gidip Yunan yetkililerle pazarlık yapılması görevini bizzat Abdullah Çatlı'ya veriyor.

Abdullah Çatlı Kıbrıs'tan yola çıkıp Kuşadası'nda pazarlık yaptıktan sonra (Sadece Pazarlık yapılıyor, İncil satılmıyor) İstanbul'a dönüş yolunda Balıkesir'in Susurluk İlçesinde kaza yapıyor.

( Muhtemelen Veli Küçük ve ekibiyle ters düşüyor ve Derin yapı çatlının infazına henüz yolda karar veriyor.

İki ihtimal gerçeğe en yakındır:

Birincisi Çatlı ve ekibine pazarlık için tesis edilen aracın uzaktan kontrol sistemiyle frenleri boşaltılıp kaza yapması sağlanmıştır.

İkinci ihtimal ki bana göre doğru olan budur, yine uzaktan kontrol mekanizmasıyla aracın hızı saatte 200 km'ye çıkarılarak 20 RC 721 plakalı kamyona arkadan çarpmasıdır.Aşırı hızlı gittikleri ve Sedat Bucak’ın Hüseyin Kocadağ’ı bir kaç kez ikaz ettiği hayatta kalan tek tanık olan Sedat Bucak’ın ifadelerinde var. Kazanın sebebinin aşırı hız olduğu belli. )



Susurluk kazası...

Ve kazadan sonra herkesin konuştuğu bir olay vardı : KAYIP ÇANTA ...
Susurluk olayından ilk haberdar olan kişinin Veli Küçük olduğu, ve Çatlı'nın olaydan önce konuştuğu son kişinin yine Küçük olduğu artık resmiyet kazanmış durumda.

Haberlerde şu ayrıntı çok dikkat çekicidir ; ''çantayı alın...''



Yani çanta Veli Küçük'ün adamları tarafından kazanın hemen sonrasında alınıyor ve Veli Küçük'e iletiliyor.

Ayrıca Hamza Pektaş ''2009 yılına kadar bu işle genelkurmay ilgilendi ve nüshalar onların kozmik odalarındaydı'' diyor. Yani Susurluk olayında bir kayıp çanta var, bu çantada ne olduğuna dair kimsenin bir malumatı yok, medya da ''kaçak silahlar olabilir'' diye haber yapıyor. Fakat bu olaydan sonra genelkurmay bir nüshaya daha sahip oluyor.

Tabi ilginç olaylar bununla sınırlı değil...
Derin yapı başından beri planladığı gibi nüshayı Yunanistan'a satıyor. Yunanistan da bunu tercüme ettirmek için kimi buluyor bilin bakalım.. ; Hamza Pektaş.

Peki bu görüşmeye kim aracı oluyor sizce?
Veli Küçük'ün yaveri Adem Taşdemir...


Tüm bunlar yaşanırken, Hamza Pektaş bir gün hastanededir ve ziyaretine bir ülkenin büyükelçisi gelir. Pektaş'a der ki ; ''Bu gördüğün tüm kimlik belgelerin. Bunları yırtarsam artık varlığına dair hiçbir belge kalmaz.''

Bunun üzerine Hamza Pektaş soyadını değiştirir ve Hocagil yapar. Hayatının geri kalanını da, bugün bile gizlenerek geçirir.


Katıldığı, Ülke Tv'deki Sıradışı programında ;

''Bana 1999-2000 yıllarında bir nüsha getirildi ve tercüme etmem istendi. Tercümeyi yaptıktan sonra bana verileceklerini söyledikleri parayı isteyince, soyadı Taşdemir olan kişi ''Öyle demiştik ama, artık öyle değil. Bu işin başında Veli Küçük var, sakın paranın lafını etme'' dedi. Ben de Malatya'ya gittim, bilgisayardan aldığım çıktısını bahçeye gömdüm'' diyor.

Fakat tabi olaylar bununla sınırlı kalmıyor.
22 Mart 2009 tarihinde Muhsin Yazıcıoğlu, bir oyuncu ve iki dostuyla bir araya gelir ve ''Barnabas İncili'ni sinema filmi yapıyoruz'' der. Bunun için gerekli tüm para ve imkanların hazırladığını söyler. Elinde Barnabas İncili'nin bir fotokopisi vardır ve konuşmayı şöyle bitirir ''dikkat edin, bu İncili gören fazla yaşamıyor.''


Şimdi durun bir düşünün bakalım. Elinizde bir belge var ve bu belge bütün Hristiyanlık Alemini bitirebilecek bir belge. Bunu dünyaya yaymak için en önemli reklam aracı ne olabilir ? Tabiki onun filmini yapmak ! Dolayısıyla Muhsin Yazıcıoğlu gayet doğru bir amacın peşinde...

Ve üç gün sonra, 25 Mart 2009'da suikaste kurban gitti.

Tıpkı Susurluk'ta olduğu gibi, oraya gelen askerler ''bir şeyler alıp'' öyle gittiler.

Bu proje Muhsin Yazıcıoğlu'nun uzun zamandır aklındaymış anladığımız kadarıyla. Hatta bu projeyi Nakşibendi Şeyhi Esad Coşan ile de konuşurmuş. Bu konu hakkında şöyle bir röportajı var Yazıcıoğlu'nun ;

''Esad Hoca da bu konuyu çok araştırırdı. Bu konunun açıklığa kavuşmasını çok istiyordu ama ''ömrü vefa etmedi.'


Türkiye bu olaylarla kaynarken birden bire garip bir şey daha oluyor ve basında ''1500 yıllık Barnabas İncili bulundu'' diye haberler çıkmaya başlıyor.


Yani çarpıtma yapılıyor doğal olarak...

Burada dikkat edilmesi gereken şey şu ; ''1500 yıllık''
Yani İznik Konsülünden 200 yıl sonra, Hzç İsa'dan da 500 yıl sonrasının tarihi.
Fakat nasıl olur?
325 yılındaki İznik Konsülünde Barnabas İncili, halktan gizlenmesi gereken kitaplar arasında yer almıştı ?

Prof. Dr. Hamza Hocagil bu haberi alıyor ve şöyle diyor ; ''Aramca eski bir dil. 1500 yıllık bir İncil keçi derisinden bir kağıda sülyan boya ile yazılmaz. Haç, arkasına konulmaz. Arkasına ışık yansıtması yapılmaz. Noktalama işaretleri var Süryanca'nın. O harflere bakılarak yazılmış. Barnabas İncili böyle bir şey değil. Bu, uyduruk bir ham deriye yazılmış ve Süryanice intiba versin diye birisine yazdırılmış bir metin. ''
Yani bir hedef şaşırtma yapıldığı çok aşikar. Bulunan 2000 yıllık İncil bir dizi suikast, hedef şaşırtma ve karartma yoluyla örtbas ediliyor ve yerine 1500 yıllık olduğu söylenen bir başka İncil çıkıveriyor.
Tabi bu olayı en önemli nokta kılan şey şu, Uludere'de bulunan Barnabas İncili'nde ''Tevhid inancı ve Hz. Muhammed'in geliş müjdesi'' var !



Barnabas İncili'nde ;

Hz. İsa, tanrının oğlu değil, bir peygamber.
Tevhid yani Allah'ın birliği anlatılıyor.
Kendisinden sonra gelecek olan peygamberden çokça bahsediyor.
Ve Hz. İsa çarmıha gerilmiyor.

Hocagil'in tercüme ettiği sayfalardan bir örnek şöyle ;

''Ben Kıbrıslı Barnabius. Tesbihe layık alemlerin Rabbi'nden bir bütün olarak Ruhül Kudüs'le Meşaha'ya vahyolunanı tıpkı İsa'dan duyduğum gibi, sadakatle 48 gök yılları sonunda, dördüncü nüsha olarak aynen yazıyorum ; '' Bu İncil'de bir de şöyle bir ayet vardı ; Senden sonra bir peygamber gelecek, ona tabi olanlar, dolgun başaklar gibi olacaklar.''
İşte bu ayetle Fetih Suresi arasında bir bağlantı var.

Fetih Suresi 29. ayette aynen şöyle deniyor, Hz. Muhammed'e s.a.v tabi olanların vasıfları şöyle anlatılıyor ;

''Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu, ekicilerin de hoşuna gider.''


Hedef şaşırtmak için ortaya atılan ve sözüm ona 1500 yıllık olan İncil'de ise şuanki İncillerden farklı bir şey yok. Dahası üzerinde haç var ve İsa'nın çarmıha gerilişinden bahsediliyor. Bu, Vatikan'ın arşivlerinde saklı bulunan eski İncillerden biridir muhtemelen, kendi icatları yani.
Barnabas İncili'nin orjinal nüshaları, bildiğimiz kadarıyla şuan hala gizli tutulmakta. Dünyanın en büyük şirketlerinden biri olan Vatikan, elbette şirketlerinin ellerinin arasından kayıp gitmesine seyirci olamayacaktır. Ayrıca, tamamen Hristiyan olan batı nüfusunun, bu İncili okuyup İslam'a geçtiğini ve tüm batının Müslüman olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Bu, elbette önüne geçilmesi gereken bir durumdur batı için.

Bu İncil'in bu kadar zaman sonra ortaya çıkması, çok açık bir kıyamet alametidir. Zira Hristiyanlık artık son evrelerindedir.

'Hristiyanlık' konusunu ilerde işliyeceğim.

Allah'a emanet olun...


- Bu yazıda anlatılan HERŞEY, TAMAMEN hayal ürünüdür. Veya değildir..

29 Eylül 2017 Cuma

TAPINAKÇILAR III

Tapınak Şövalyeleri III

Hepinize merhaba at hırsızları.
Durumlar nasıl ?

Dolmuşta kestiğiniz hatun yine sizi takmadı değil mi ?
Biliyorum.
Yine ruh haliniz standart değil mi ?
Biliyorum.
Umrumda da değil aslında. 
Biliyorum pek merak etmiyorsunuz araştırmayacksınız okuyup okutmayacaksınız ama yine de ben yazının son bölümünü hemen paylaşmak istedim.


Şimdi beni dinleyin.

Konuya girelim.

Hatırladığınız gibi tapınakçıları üç ana başlığa ayırmıştık gençler.
İşte şimdi üçüncü ve son başlığı anlatacağım.
Yani Avrupada bunların yokoluş dönemi ve korkudan gö*lerini yeraltına gizleme dönemlerini anlatacağım.

♦♦♦

Öncelikle kısaca özet geçelim.
Bu p*çler Kudüs'te kurulmuştu.
Hristiyanlık adına savaşan şövalyelerdi.
Kudüs'e avrupadan gelen hacıların canlarını ve mallarını koruyorlardı.
Sonra amaçlarından uzaklaştılar.
Hristiyanlıktan...
Hz. Süleyman'nın hazinesini aramaya başladılar.
Ve buldular.
Fakat daha önemli birşey buldular.
''Kabbala'' yani eski mısırdan süregelen kara büyülerin kitapları.
Bu noktadan sonra şeytana tapmaya başladılar.
Artık zengin oldukları için avrupada herkes onlara katıldı.
Papa bile onları tanıdı.
Çok güçlendiler.
Fakat artık hristiyanlıktan tamamen uzaklaşmış hatta gizliden gizliye Hz. İsa ile alay eden din dışı bir örgüt olmuşlardı.
Sonra halk bunların kötülüklerini duymaya başladı...

♦♦♦


Şimdi ise sonlarının gelme ve yeraltına gizlenme dönemlerini size olabildiğince açık anlatmaya çalışacağım gençler.
Şu sosyal medya sitelerini bi kapatın önce.

Tapınakçıların gizli törenler için özel şatolarında yaşadıkları hem halkın, hem kilisenin, hemde krallığın merakına sebep olmuştur.


Papalık, kendi özel izniyle hareket eden ancak üzerinde hiçbir kontrol kurulamayan tapınakçıların din dışı hayat yaşadıklarından artık emin olmuştur.
Halk arasında söylentiler o kadar yayılmıştır ki...Bırakında emin olsun yani.

Şatoda düzenlenen gizli törenler, şeytana tapma ayinleri, ahlak dışı ilişkiler halkın diline düşmüştür artık.

Ve papalık da zor duruma düşmüştür.
Çünkü zamanında tapınakçılara imtiyaz veren onlardır.
Ve papalık düşünmeye başlar...
Aksi halde Hristiyanlık, dolayısıyla vatikan büyük zarar görecektir.
Bu durumu en az zararla atlatmanın yollarını ararlar...

Fransa'da da halkın tepkisi artmıştır.
Fransa kralı da bu durumu bastırmak zorundadır.
Ve kral, ani bir kararla bir kanun çıkararak BÜTÜN TAPINAKÇILARI TUTUKLATMIŞTIR.



Mahkemede bu p*çlere yöneltilen suçlamalar şunlardır:

* Tarikata girişte adayların Hz. İsa'yı, Allah'ı ve diğer kutsal şeyleri inkar etmesi istenmektedir.

* Tarikat üyeleri tören sırasında haça tükürmek, idrarını yapmak gibi eylemlere başvurmuşlardır.

* Tarikatçılar başı ve ayakları keçi görünümlü, gövdesi insan ve kanatları olan ''BAFOMET'' isimli şeytana (iblis) tapmaktadırlar.

(Bafomet, kara büyüde kötülüklerin kaynağı ve yaratıcısıydı, sabbath cadılarının satanik keçisiydi)


* Tarikatçılar homoseksüelliği teşvik etmekte ve uygulamaktadırlar.

* Tarikat üyeleri bütün sapkın törenlerini gizlice yapmaktadırlar.

* Kilisenin neredeyse bütün kurallarını çiğnemişlerdir.




Fransada'ki bütün bu itiraflar ve gerçekler sonucunda bu ib*nelerin çoğu hapse mahkum edilmiş geri kalanları yeraltına gizlenmiştir.

Bütün bu suçlamalar sonucunda Papa, 72 tane tapınakçıyı bizzat kendi huzurunda sorgulamıştır.
Bu sorguda doğruyu söylemek için yemin eden tapınakçılar her b*ku itiraf etmişlerdir.
Ve papa reis bunların büyük üstadlarını haçın üstüne yatırıp yaktırarak idam ettirmiştir.
Gizlenmeye çalışan tapınakçılar takip edilmişsede ancak pek azı yakalanabilmiştir.

Fransanın yanında İtalya, Almanya, İngiltere gibi ülkelerde de tapınakçılar yakalanıp sorgulanmıştır.

Sonuç olarak 1312'de Viyana Konsülünün kararıyla TAPINAKÇILIK BÜTÜN AVRUPADA YASAKLANMIŞ, YAKALANAN ÜYELERİ CEZALANDIRILMIŞTIR.


Kaçarak gizlenen tapınakçılar faaliyetlerine devam etmişlerdir.
Bir bölümü ''İSVİÇRE''ye kaçmıştır.
Çünkü İsviçre'nin kuruluşu tapınakçıların zulme uğradığı ana denk geliyordu.
Ve jeopolitik coğrafyası nedeniyle kaçılması daha kolaydı.
Orayı bir merkez edindiler.


Bu amiplerin En fazla kaçtıkları ülke ise ''İSKOÇYA'' olmuştur.



Neden iskoçya diyeceksiniz şimdi.
Az sabredin.

Çünkü o dönemde avrupada Kilise'yi tanımayan yani takmayan tek ülke İSKOÇYA idi.

♦♦♦

Ve tapınakçıların bilinen tarihi bitmiştir gençler.
Daha sonra bu p*çler ''İskoçya''daki duvarcı (Mason) localarına sızarak faaliyetlerini orada devam ettireceklerdir.

YANİ ''MASONLUK'' ADI ALTINDA YENİDEN TARİH SAHNESİNE ÇIKACAKLARDIR.

Sıradaki konu tahmin ettiğiniz gibi ''MASONLUK'' olacaktır.
Yarın başlayacağım.
Şimdi sosyal medyanızda gezmeye devam edebilirsiniz.
Başarılar

TAPINAKÇILAR II

Tapınak Şövalyeleri II

Hepinize selam arazi mafyaları.
Nasıl gidiyor peki biraz da olsa kafanız basıyor mu araştırıyor musunuz?

Neyse.

Geçen yazımda tapınak şövalyelerinin kuruluş ve örgütlenme dönemini anlattım.
Biliyorsunuz bu konuyu üçe ayırmıştık.
Şimdi ise ''Gelişme Dönemi''ni anlatacağım.
Ve son olarak da bir sonraki yazımda ''Bitiş / Gizlenme'' bölümünü anlatacağım.

TAPINAKÇILARIN GELİŞME DÖNEMİ



Biliyorsunuz ki bunlar Kudüs'te buldukları Hz. Süleyman'ın hazinesi ve Büyü kitapları ''Kabbala'' sayesinde bir anda avrupanın zengin örgütü haline geldiler.
Papa bile onları tanıdı.
Avrupalı krallar bile güçlerini farkedip onlara yamanmaya başladı. Hediyeler falan filan...

BU ARADA ÇOK ÖNEMLİ BİR NOT : KUDÜSTE KALDIKLARI SÜRE BOYUNCA VE HAZİNEYİ BULUNCA MİMARİ VE İNŞAAT HAKKINDA MUAZZAM BİLGİ SAHİBİ OLDULAR. BU GÜNKÜ ''GOTİK'' SANATI VE ''ŞATOLAR'' TAMAMEN ONLARIN ESERLERİDİR.



Arkalardan bir ses yükseliyor;
''Peki madem bunlar Hirstiyanlık çizgisinden uzaklaştılar. O zaman neye tapmaya başladılar. Anlatsana Saç kremi? ''

Adam haklı. Bende tam buraya gelecektim.
Bu adamlar öğrendikleri kara büyü ritüelleri sayesinde başlı başına ŞEYTANA tapıyorlardı kardeşim.

Kimmiş lan o şeytan ?

İblis. Yani onların dilindeki adı BAFOMET !



Peki nedir bu bafomet ?

"Üstü kadın, altı erkek olan iblis. Satanizmde cinsellik büyük bir ibadet şeklidir. Dolayısıyla bu iblis cinselliği simgeliyor. Ve Hristiyanlıkta Lucifer/Şeytan(Işığı Getiren Melek) bir melek olarak geçer. Bu melek, Tanrıya isyan edip diğer meleklerin bir kısmını da ayaklandırmış ve bu yüzden Cennetten yeryüzüe sürülmüştür. Meleklerin de cinsiyeti yoktur. Ne erkek ne kadındır. Bu yüzden şeytan tapanlar tarafından (Tapınakçılar v.s) ne erkek ne kadın olarak gösterilmiştir."




''Lan tamam da bu figür neyi tasvir eder ?''

Baphomet'in sağ eliyle negatif ve kötü enerjiyi alarak, sol eliyle yeryüzüne ulaştırdığı tasvir edilmektedir.

Figür "Eliphas Levi" tarafından çizilmiştir.




14. Yüzyılda aforoz edilen her tapınakçı götveren ''Bafomet''a taptıklarını itiraf etmiştir.

Konuya devam...

Giderek büyüyen tapınakçılar 13. yüzyılda 20 bini şövalye olmak üzere toplam 160 bin kişilik bir örgüt haline gelmişlerdir.

O günün şartlarını düşündüğümüzde bu büyük bir rakamdır.

Adamlar avrupada gözde haline gelince heyecan arayan herkes örgüte akın ediyor doğal olarak.

Ve örgüt bütün katılanları dininden yavaşça uzaklaştırıyordu.


Büyük bir güç elde etmeye başlamışlardı.

Batının en büyük askeri gücü olmakla kalmayıp aynı zamanda en büyük bankerleri olarak da göze çarpıyorlardı.



Uluslararası ilişkilerde arabuluculuk bile yapacak kadar sözü geçer bir örgüt haline gelmişlerdi.


Bu ib*nelerin en büyük özelliği gizliliğe son derece önem veriyor olmalarıydı.
Kuruluş ve Kapanış süreci boyunca (200 yıl) bu ilkelerden asla taviz vermediler.

Yani örgüt içerisinde sıkı bir disiplin vardı.
Her şövalye ''Üstadlara'' ve ''Büyük üstadlara'' itaat etmek zorundaydı.

Kıyafetleri bile kendilerine özgüydü. Zırhlarının üzerine kırmızı renkli büyük bir haç işlenmiş uzun beyaz bir elbise giyerlerdi.

Herşey tarikatın malıydı. Hiçbir tarikatçının kişisel mal varlığı yoktu.

Bu şerefsizler aynı zamanda iyi birer denizciydi. Kutsal topraklarda kaldıkları süre boyunca yahudi ve arap kaynaklarından geometri ve matematik gibi bilimleri öğrenmişlerdir.

Avrupada krallara bile borç paralar verecek kadar büyük bir hale gelmişlerdir.
Öyle ki bir zamanda avrupanın neredeyse yarısını borca bağlamışlardı.
Finansal konularda çok iyiydiler.
Tarikata yapılan bağışlar'da örgütün gücüne güç katmıştır.
Tehlikeyi fark eden kişiler ise bu tarikata karşı gelmeye cesaret edememişlerdir.

Tapınakçılar kitleler üzerinde yarattıkları sahte olumlu imaja güvenerek daha başı bozuk davranmaya başlamışlardır.
Gizli öğretilerini ve Ahlak dışı davranışlarını yaymak için daha pervasız davranmışlardır.
İşte bu durum, onların bu dümbüklüklerine şahit olan ve dile getiren kişilerin sayısını arttırmıştır.



Bu böyle giderken halk onların ahlak dışı uygulamalarını (Tarikata girerken haça tükürmek, İsa'ya hakaret etmek vs.) duymaya başladı.
Mesela halk arasında ''Tapınakçı gibi içmek'' yayın olarak kullanılmaya başladı.
İtibarları yavaş yavaş azalıyordu ve sonları yaklaşıyordu...

♦♦♦

Tapınakçıların Avrupa'da gelişme dönemini size olabildiğince sade bir şekilde anlattım gençler.
Bir sonraki ve son yazımda bu g*tlerin aforoz edilişlerini, yakalanma kararlarını, sapkın inançlarını, bunların neler olduğunu ve nasıl yeraltına girdiklerini / gizlendiklerini anlatacağım.
Kafanızı karıştırmadan olabildiğince sade anlatmaya çalıştım.
Umarım kafanız basmıştır. Aksi halde yapacak birşey yok.
Elizabeth'e devam...

♦♦♦

Son olarak hastası olduğum birinin resmini paylaşıyorum...
Sevgiler....







Hastasıyız...

28 Eylül 2017 Perşembe

TAPINAKÇILAR I

Tapınak Şövalyeleri I

Selamun Aleyküm saygıdeğer arkadaşlar.

Bu gün sizi kötülüğün başlangıç noktasına götüreceğim. Ve buradan sonra devam eden olaylar silsilesi birbiriyle bağlantılı olarak gelişecek. Bu yüzden şu saatten sonraki yazacaklarımı dikkatle takip etmenizi ve hiçbir olayı kaçırmamanızı tavsiye ederim. Bütün olayları en üst noktadan görebilmek ve göz perdelerinizin açılmasını istiyorsanız bunları kaçırmayın. Çünkü ilk başlarda kafanız karışacak ancak sonradan taşlar yerine oturmaya başlayacak.

Bir dakika bir sigara yakayım.
Sizde yakın gençler.
Alın verin ekonomiye can verin hesabı.

Neyse konuya dönüyoruz.

Tapınak şövalyeleri konusunu üçe ayırdım gençler.

-Kuruluş ve örgütlenme dönemi
-Gelişim dönemi
-Gizlenme dönemi

Bugün size ''Kuruluş ve örgütlenme'' devrini olabildiğince sadeleştirerek anlatmaya çalışacağım.
Ve ilerleyen zamanda da ''Gelişim dönemi'' ve ''Gizlenme dönemleri''ni  ayrı ayrı yazılar halinde anlatacağım.

Çünkü bütün dönemlerini bir anda anlatırsam devreleriniz yanabilir.
Ciddiyim...

Kim lan bu Tapınak Şövalyeleri ?
Amaçları nelerdir ?
Ne zaman ortaya çıktılar ?
Günümüzde de etkinliği devam ediyor mu ?


Öncelikle kısaca özet geçelim.
Tapınakçıların tarihi haçlı seferleri zamanına dayanır gençler.
Hristiyanlık uğruna savaşmaya and içmiş bir tarikat olarak kurulmuşlardır. Bir nevi hristiyanlığın koruyucuları yani... Ancak daha sonra Hristiyanlıktan uzaklaşmışlardır.
Kudüs ve Kutsal Topraklar'a düzenlenen Haçlı seferleri sonucunda Hz. Süleyman'ın büyük hazinesini ve büyü kitabı olan ''Kabbala''yı bulmuşlardır.  Bundan dolayı zamanla sapkın öğretilere kapılmışlardır. Hazineleri avrupaya taşıyıp maddi düzene dayalı kapitalist bir düzen kurmuşlardır. Bundan dolayı kilise ile ters düşmüşlerdir.

Halk avrupada tarikatın kötü yönlerini sonradan sonraya duymaya başlamıştır ve söylentiler başlamıştır.
Tapınakçılar hakkındaki söylentiler sonucunda tarikat Fransa kralı ve Papa'nın ortak kararıyla dağıtılmıştır birçoğu tutuklanmıştır.
Yıllar süren sorgulamalar sonucunda tarikatın gerçekten sapkın inançları olduğu, bugünkü satanizm gibi akımlara kapılarak benzer kara büyü ayinleri yaptıkları ortaya çıkmış ve tarikat tamamen yasaklanmıştır.
Tutuklamalar sonucunda kaçan tarikat üyeleri yeraltına gizlenerek yıllar boyu varlığını gizli bir şekilde devam ettirmiştir ve daha sonra ortaya ''Masonluk'' adı altında çıkacaklardır. (Masonluğu ilerleyen yazılarda ayrı olarak anlatacağım)

Yani adamlar Hristiyanlık ayağına Avrupa'nın içinden geçmiştir beyler.

Devam edelim;

Haçlı seferleri her ne kadar Hristiyanlık inancının bir ürünü olarak bilinse de aslında temeli maddi çıkarlara dayanan savaşlardır gençler. Avrupanın sefalet içinde yaşadığı bir dönemde doğunun zenginlikleri kiliseyi cezbetmiştir. Ve kilise buna dini bir görünüm katarak ''Haçlı zihniyetini'' ortaya çıkarmıştır.

Ve Tapınak Şövalyeleri  de bu savaşta yer almışlardır.
Ancak isimlerinin ''Tapınak Şövalyeleri'' daha doğrusu tam adıyla ''İsa'nın ve Süleyman Tapınağının Yoksul Şövalyeleri'' olarak anılmaları haçlıların Kudüs'ü ele geçirmesinden sonra olmuştur.

Tarikat resmi olarak 9 şövalye tarafından Kudüs'te kurulmuştur.

Konstantinopol patriğinin önünde Hristiyanlık koruyucusu olacaklarına adına yemin ettiler. Ancak daha sonra Hristiyanlıktan uzaklaşıp amaçları değişmişti..

Tapınakçılar Kudüs'te kaldıkları süre boyunca hristiyanlıktan uzaklaştı.
Sapkın öğretilere kapıldılar.
Zenginlik ve güç peşine düştüler.
Hz. Süleyman'ın hazinesinin peşine düştüler.

Bu arada dönemin korku imparatorluğu olan ''Haşhaşiler''le irtibat kurdular ve daha tehlikeli bir tarikat olmaya başladılar.

Amblemlerini, kuruluştan belli bir zaman sonra oluşturmuşlardır. Bu amblemde bir at üzerine binmiş iki şövalye vardır. Onlara göre bu şövalyeler kardeşliği ve insanlığı simgeler. Ancak gerçek farklıdır. Bu onların putperest kökenli sapkın inançlarının bir eseri olan eşcinselliği çağrıştıran bir semboldür ve gerçek anlamı budur.
Tapınak şövalyeleri beyaz bir zemin üzerine kırmızı haçtan yapılmış kıyafetler giyerlerdi ve bu kıyafetler sayesinde her yerde tanınır ve bilinirlerdi. 


Genelde kirli gezer ve pis kokarlardı. Yıkanmak onlara göre suç sayılırdı. Çünkü Kudüste kuruluşundan bu yana giderek hristiyanlıktan uzaklaşmışlar ve sapkın inançlara kapılmışlardı. Bunların hepsi, bu sapkın inançların bir eseriydi.


Daha sonra şövalye dostlarımız dönemin kudüs kralının karşısına çıktılar.
''Kudüs'e avrupadan gelen Hristiyan hacıların canlarını ve mallarını biz koruyalım'' dediler.
Kral tapınakçıların büyük üstadını yakından tanıdığı için onlara destek verdi.
Bununla da kalmayıp tapınakçılara Süleyman Tapınağı'nın yer aldığı bölgeyi tahsis etti. (Mescid-i Aksa'yı da kapsayan bölge)
Tapınakçıların tam istediği olmuştu...




Bu vesileyle Selahattin Eyyübi'nin Kudüs'ü almasına kadar geçen 70 yıl boyunca ''Tapınak Tepesi'' tapınakçıların merkezi oldu.


''Peki niye Tapınağın olduğu yer lan ? Kudüste başka yer yok muydu?'' dediğini duyar gibiyim.

Haklısın kardeşim.
Burayı tercih etmeleri rastgele değil bilinçli bir tercihti.

Çünkü bu tapınak Hz. Süleyman'ın gücünün bir simgesiydi.
Hz. Süleyman sarayının harabelerini araştırmak için eşşiz bir fırsaatı bu.
Hazineyi bulmak için...

Tapınak Şövalyelerinin görünen amacına baktığımızda Kutsal Toprakların ve Hristiyan Hacıların güvenliğini sağlamaktı.
Ancak söylediğim gibi gerçek amaçları değişmeye başlamıştı bile.
Hristiyanlıktan nerdeyse kopmuşlardı.
İstedikleri şey değişmişti.
Zenginlik ve güç...

Derken tapınakçılar harabeleri araştırmaya başladılar. Gizliden gizliye kazı çalışmalarını yürüttüler.
Amaçları ünlü Hz. Süleyman hazinesini bulmaktı...

Araştırmalar sonucunda hazineyi buldular. Ancak daha değerli bir şey daha buldular...Kabbala.



''Kabbala nedir lan ?''sorusunu hemen cevaplayayım.
Kabbala, kökeni eski mısıra dayanan büyüler geleneğinin adıdır.
Putperest kökenli bir öğretidir.
Yani tapınakçı arkadaşlarımız altın ve mücevherlerin yanında büyü kitapları buldular.
Yani Hz. Süleyman'ın zamanında yasakladığı ve toplattığı büyü kitapları...
Bu büyü kitaplarının içeriğine genel olarak kabbala denir.
Eski mısırdan bu yana ''Kara Büyü'' ve diğer şeyi içerisinde barındırır...

Kabbala eski mısırda doğmuş, ordan Yahudilere geçmiş ve en sonunda Tapınakçılara geçmiş bir öğretidir. Büyüler sistemidir...

Tapınakçıların Hristiyanlıktan tam olarak uzaklaşmaları ''Kabbala''yı bulmalarıyla olmuştur.

''Büyük hazine'' gibi filmler işte bu yüzden yapılmıştır.
Orada sadece altın olduğunu, büyü kitabı falan olmadığını sizin bilicinize yerleştirmek için.
Tapınakçılar en büyük güç kaynağının açığa çıkmasını hiçbir zaman istemez.
Halbuki film'de hiçbir şekilde kabala'dan ve Büyü kaynaklarından bahsetmiyor.
Yani size şunu diyor film ; ''Orada bir zamanlar sadece altın vardı. Ve birileri bu altınları bulup zengin oldu. Yandı bitti kül oldu''
Filmin ikinci serisinde ''Sırlar kitabı'' diyor ama bu birkaç eski belgeden ibaret.
Güzel taktik :) İşini biliyor adamlar.
Bu ve buna benzer filmler tamamen şimdiki tapınakçıların sizin üzerinizde oynadıkları zihin oyunlarıdır.
Garibim Nicolas Cage'de iyi oynamıştı ama.






♦♦♦
Biliyorum kafan karışmaya başladı.
Bende de öyle olmuştu.
Ve ben aynı satırı otuz kere tekrar ettiğimi bilirim anlamak için.
Biraz kafa yor kardeşim.
Anlamaya çalış.
Çünkü şu anki bütün bu kötü sistemin temeli bu o*pu c*cuklarina dayanır.
Tapınakçılar....
♦♦♦

Zenginleşmiş olan tarikat kısa süre içinde yeni katılımlarla hızla büyümeye başlar.
Hazinelerin büyük çoğunluğu avrupaya taşınmıştır.
Ve Tarikat nihayet 1128 yılında Troyes Konseyinde Papa tarafından ''Resmen'' tanınır.
Tarikatın papalık tarafından tanınmasıyla birlikte daha da hızlı büyüme devri başlar.

Tarikatın gizemli havası pek çok avrupalı ''Asil'in ilgisini çeker.
Papalık tarafından tanınmasıyla diğer avruparlı krallardan ve baronlardan bağışlar, hediyeler Tapınakçıların kapısına düzenli olarak ulaşıyordu.
Ün kazanmışlardı...
Ve bizim 9 şövalyeden oluşan sevgili tarikatımız avrupada büyüyerek kocaman bir ''Tapınakçı şirketine'' dönüştü. Onbinlerce çalışanı olan...

Diğer dini tarikatlara tanınmayan imtiyazlar elde ettiler.
E nede olsa Hristiyanlığın Koruyucusuydu. Değil mi ?
E papalık da tanımıştı. Daha ne istersin...

Tam bir özerklik kazanmışlardı.
Krallara, imparatorlara yada piskoposlara karşı sorumlu değilllerdi.
Yanlızca Papa'ya karşı sorumlulukları vardı

Zenginlikleri günden güne artıyordu...

♦♦♦

Tapınakçıların avrupada ''Gelişme Dönemini'' bir sonraki yazımda anlatacağım.
Sizi çok sıkmak ve kafanızı karıştırmak istemiyorum gençler.
Bu yüzden konuyu üçe ayırdım.

Kendinize iyi bakın ve okuyun.

RUSYANIN SURIYE POLİTİKASI

Son zamanlarda Putin'in Suriye müdahalesini bütün dünya olarak hayret ve sabırla takip ediyoruz. Hatırlarsanız Putin, 2005'te yaptığ...